Browsing by Author "Abdullahzade, Cavid"
Now showing 1 - 20 of 21
Results Per Page
Sort Options
Item Belirsizlik kuramı yönünden uluslararası andlaşmalarda çekinceler(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Akdoğan, Erkan; Abdullahzade, Cavid; HukukUluslararası andlaşmalarda çekincelerle ilgili söylemde Soğuk Savaş'ın sona erişini takiben en az 4 (dört) dikkat çekici gelişme yaşanmaktadır. Öncelikle, kendisine çekince konulabilecek uluslararası andlaşmaların sayısı azalmaktadır. İkinci olarak, çekincelere yol açan düşünce yapısı ve hukuki akıl yürütme varlığını sürdürmektedir. Üçüncü olarak, hukuk doktrini çekinceleri düzenleme yoluna gitmekle birlikte düzenlemenin kendisi hukuken bağlayıcı olmayan bir biçimde gerçekleştirilmektedir. Dördüncü olarak, sayıca sınırlı olmakla birlikte farklı hukuk rejimlerinde çekincelere uygulanabilir hukuk farklılık göstermektedir. Bahse konu gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde; hukuk doktrini, dogmatiği ve ilişkili olmakla birlikte onların dışında kalan alanların doktrin ve dogmatik ile birlikte, gerçek anlamının ortaya çıkarılması amacıyla eleştirisine ihtiyaç duyulduğuna işaret etmektedir. Anılan nedenlerle, bu tezde, örnek olarak 19. yüzyıl Alman doktrini ve sonrası üzerinden yukarıda anılan eleştiri gerçekleştirilmek istenmektedir.Item Dağlık Karabağ Sorununda Ermenistan'ın Rolü ve Sorumluluğu(Ankara Üniversitesi, 2020-04-14) Abdullahzade, Cavid; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiAzerbaycan’ın bir parçası olan Dağlık Karabağ’da Ermeni azınlık tarafından başlatılan ayrılıkçı eylemler, 1991 yılından itibaren Ermenistan’ın da katılımıyla topyekûn savaşa dönüşmüştür. Savaş, ancak 1994 yılında yapılan ateşkesle geçici olarak durdurulabilmiştir. O tarihten itibaren Azerbaycan topraklarının yaklaşık % 20’si uzun bir süre Ermeni işgali altında kalmıştır. Günümüzde Azerbaycan’ın başarılı askeri operasyonları sonucu Ermeni işgali son bulmuştur. Ancak bu, hem savaş hem de işgal sırasında Ermenistan’ın hukuka aykırı eylemleri nedeniyle sorumluluğunu bertaraf etmemektedir. Bu makalenin amacı da, Dağlık Karabağ sorununda Ermenistan Devletinin rolünü ve sorumluluğunun kapsamını ortaya koymaktır.Item Deniz alanlarının sınırlandırılması ve geçiş hakları bağlamında Bosna Hersek – Hırvatistan uyuşmazlığı(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Hasanağıç, Harun; Abdullahzade, CavidBu çalışma 1990 yıllarında Yugoslavya’nın çöküşünden sonra ortaya çıkan Bosna Hersek ile Hırvatistan arasındaki deniz alanlarının sınırlandırması uyuşmazlığını incelemektedir. Ayrıca, bu çalışmada, uyuşmazlığın en önemli kısımlarından biri olan, Malostonski Kanalı üzerinden geçen Hırvatistan’ın ana kıyısını Pelyeşets Yarımadasıyla bağlayan “Pelyeşets Köprüsü”nün, inşa edilme ihtimaliyle ilgili uyuşmazlık da ele alınmaktadır. Uyuşmazlık doğrudan doğruya denizlerin sınırlandırılması, sınırlandırmada adaların rolü, boğazlarla ilgili kurallar, milletlerarası deniz yolları üstünde yapılan köprülere ilişkin kurallar, zararsız geçiş, transit geçiş ve benzer hukuki rejimlerle ilgilidir. Çalışmanın temel amacı, uyuşmazlığı yapısöküme uğratarak uyuşmazlık hakkında detaylı bilgi vermek; taraf olan Bosna Hersek ve Hırvatistan devletlerinin görüşlerini eleştirmek ve milletlerarası hukukun genel kurallarına, deniz hukuku kurallarına, mahkeme ve devlet uygulamalarına ve ilgili sözleşmelere göre uyuşmazlığın çözümünü sunmaktır.AbstractThis paper examines the maritime delimitation disputes between Bosna And Herzegovina and Croatia that came into being after the fall apart of Yugoslavia in the 1990’s, and that have been aggreviated with plans by the Croatian government to build a bridge over the Malostonski channel connecting the Croatian mainland with the Pelyeshats penninsula. The dispute itself is tightly connected to rules of maritime delimitation in general, the roles of islands in maritime delimitation, rules governing the legal regime of straits under maritime law, rules governing the construction of bridges over international waterways, and notions of innocent passage, transit passage and other simmilar legal concepts. The aim of the paper is to give insight into and deconstruct the dispute, criticize the various arguments brought forward by Bosna And Herzegovina and Croatia, and offer a solution to the dispute in accordance to general rules of international law, specific rules of maritime law, state and court practice, and treaties in direct connection to the dispute.Item Deniz alanlarının sınırlandırılmasında adaların rolü(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015) Arabacı, Tuğçe; Abdullahzade, Cavid; HukukDefining "islands" and their role in the context of the delimitation of maritime boundaries is both a complex and crucial issue in terms of international law. The significance of the matter takes its source from fact that the majority of potential maritime boundaries around the world remain undelimited, such as the continental shelf dispute in the Aegean Sea. This study, examines the regime of islands and their role in maritime delimitation by analysing judicial decisions and state practices. In the first section, the definiton of islands and the maritime zones of islands are explained. Then in the second section, maritime delimitation law and in this context the functions of islands in the process of delimitation are discussed. In the third and the last section, the effects given to islands in delimitation and the factors affecting assesment are examined.Item Devletlerarası tahkim(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014) Özturanlı, Beyza; Abdullahzade, Cavid; HukukItem Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması sorunu(Ankara : Ankara Üniversitesi : Sosyal Bilimler Enstitüsü : Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2019) Erenoğlu, Simay; Abdullahzade, Cavid; Hukuk FakültesiYüzyıllar boyu süregelen denizlerin paylaşım mücadelesinde, Doğu Akdeniz gerek tarihi ve stratejik gerek jeopolitik konumu ile oldukça önemli bir yer teşkil etmektedir. Doğu Akdeniz, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarını birleştiren, oldukça geniş̧ ve önemli bir coğrafyaya tesir ederken, Kıbrıs Adası da başta güvenlik ve Ortadoğu bölgesine yakın konumu itibariyle Doğu Akdeniz'i kontrol etmektedir. Ada, özellikle bölgesel ve küresel barış ve istikrarın temini açısından da oldukça önemlidir. Öte yandan, Doğu Akdeniz'de yakın zamanda keşfedilen hidrokarbon kaynakları, bu kaynakların kıyıdaş devletler tarafından hakça paylaşım sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Öyle ki, bu paylaşım mücadelesi doğrudan deniz alanlarının sınırlandırılması hukuku ile ilintilidir. Uluslararası bir uyuşmazlığa konu teşkil eden Kıbrıs meselesi ise, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında 2004 yılında Annan Planı ile çözüme kavuşturulamayınca, tabiatıyla Doğu Akdeniz'deki sorunun da ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Uluslararası deniz hukukunun alt dalı ve esasen örf ve adet hukuku kurallarıyla ortaya çıkmış olan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması hukuku, devletler tarafından uluslararası sözleşmeler aracılığıyla kodifiye edilmiş olmakla birlikte, halen birçok hukuki boşluğa cevaz vermekten uzaktır. Buna rağmen, devlet uygulamaları ve uluslararası yargı kararlarıyla şekillenmekte ve hızla gelişmeye devam etmektedir. Deniz yetki alanlarının sınırlandırılması uyuşmazlıklarının çözüme kavuşturulması bağlamında asli kaynak niteliğini haiz uluslararası sözleşmelerin etkisi yadsınamayacak kadar önemlidir. Ancak belirtmek gerekir ki, uluslararası sözleşmelerin soyut ve genel niteliği cihetiyle taraflar arasında vuku bulan her bir somut uyuşmazlığa hakkaniyete uygun bir çözüm sunabilme kabiliyeti oldukça sınırlı kalmaktadır. Zira, her bir somut olayın kendine has ve farklı özellikleri bulunmaktadır. Uyuşmazlığın bu özel durumlar ışığında halli ise, pratikte devlet uygulamaları veya uluslararası yargı kararlarıyla mümkün olmaktadır. Bu itibarla, somut olaya yönelik çözümler sunabilen esas kaynakların devlet uygulamaları ile uluslararası yargı kararları olduğunu ifade etmek de yanlış olmayacaktır. Türkiye, deniz yetki alanlarının belirlenmesine yönelik Karadeniz'e kıyısı olan komşu devletlerle ve Akdeniz'de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile muhtelif uluslararası andlaşmalar akdetmiştir. Buna karşın, Türkiye, Ege Denizi'nde Yunanistan'la ve Akdeniz'de kıyıdaş devletlerle bugüne kadar deniz yetki alanlarının sınırlandırmasını konu alan herhangi bir uluslararası andlaşma imzalamamıştır. Dolayısıyla, Ege Denizi'nde Yunanistan'la süregelen karasuları ve kıta sahanlığı sorunu, Doğu Akdeniz'de son dönemde keşfedilen doğal kaynaklar merkezli sınırlandırma sorununa eklemlenmiş, Doğu Akdeniz'deki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması sorununu adeta içinden çıkılmaz girift bir hale sokmuştur. Kuşkusuz bu sorunun çözümsüz hale gelmesinde Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin 2003 yılından bu yana Türkiye'yi hiçe sayarak gerçekleştirdikleri uluslararası hukuka aykırı girişim ve eylemlerin de menfi tesiri bulunmaktadır. "Doğu Akdeniz'de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Sorunu" konulu bu çalışma, Doğu Akdeniz'e kıyıdaş devletler arasındaki mevcut durum ve uygulamaları tespit edip, deniz alanlarının sınırlandırmasında Türkiye'nin siyasası ile uyumlu muhtemel kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırlarının belirlenmesine katkı sağlamak ve kamuoyunda bu konuda bir farkındalık yaratmak amacı ile hazırlanmıştır. Anahtar kelimeler: Doğu Akdeniz, Uluslararası Deniz Hukuku, Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması, Hakkaniyet, Kıta Sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge. In the struggle for sharing of the seas, which have been going on for centuries, the Eastern Mediterranean with its historical, strategic and geopolitical position has a quite important place. Eastern Mediterranean, which combining the continents of Europe, Asia and Africa, has an influence on a very wide and important geography, while the island of Cyprus, controls the the Eastern Mediterranean, especially in terms of security and with its close location to the Middle East region. The island is particularly important in respect of ensuring regional and global peace and stability. On the other hand, the recently discovered hydrocarbon sources in the Eastern Mediterranean have brought along the problems of sharing these resources by the riparian states on equitable basis. So that this sharing struggle is directly related to the law of the delimitation of maritime boundaries. The Cyprus issue, which is subject to an international dispute, could not be solved by the Annan Plan in 2004 between the Turkish Republic of Northern Cyprus and the Greek Cypriot Administration and naturally become an integral part of Eastern Mediterranean problem. Although the law on the delimitation of maritime boundaries, which is the sub- branch of international maritime law and has essentially emerged by the rules of customary law, has been codified by the states through international conventions, it is still so far from giving any response to legal spaces. However, it is shaped by state practices and international judicial decisions and continues to develop rapidly. The impact of international conventions which have the nature of the main source in the context of resolving the disputes of the delimitation of maritime boundaries is undeniably significant. However, it should be noted that the ability to offer a fair solution to each concrete dispute between the parties, due to the abstract and general nature of the international conventions, remains very limited. Because, each concrete event has its own and different characteristics. In the light of these special cases, the dispute resolution may be possible in practice by state practices or international judicial decisions. Therefore, it will not be wrong to state that the main sources that can provide solutions to the concrete event are state practices and international judicial decisions. Turkey, has concluded various international treaties with neighboring the Black Sea coastal states and in the Mediterranean Turkish Republic of Northern Cyprus for determining maritime jurisdiction areas. However, Turkey, so far has not signed any international treaty with Greece in the Aegean Sea and the Mediterranean littoral states about the subject of the delimitation of maritime boundaries so far. Therefore, the ongoing problem of territorial waters and continental shelf with Greece in the Aegean Sea has been added to the problem which recently discovered natural resources-based problem in the Eastern Mediterranean, thus the problem of delimitation of maritime boundaries in the Eastern Mediterranean has indisputably become an indelible one. There is no doubt that this problem becomes insoluble by the illegal attempts and actions of Greece and the Greek Cypriot Administration's which violate international law since 2003 by ignoring Turkey. On this study called "The Dispute of the Delimitation of Maritime Boundaries in the Eastern Mediterranean", is prepared to contribute in determining the possible continental shelf and exclusive economic zone consistent with Turkey's policies and raise awareness about this issue by entifying the current situation and practices among the Eastern Mediterranean littoral states. Keywords: Eastern Mediterranean, International Maritime Law, Delimitation of Maritime Boundaries, Equity, Continental Shelf, Exclusive Economic Zone.Item Evrensel internet yönetimi tartışmaları açısından uluslararası hukukta siber uzaya yönelik yetki sorunu(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Jafarov, Tabriz; Abdullahzade, Cavid; OtherTez çalışması İnternetin yaygınlaşması ile birlikte günlük hayatın ayrılmaz parçasına dönüşen Bilişim ve İletişim Teknolojilerininin meydana getirdiği yetki sorununu uluslararası hukuki yönlere ile ele almıştır. Güncel olması hasebiyle BİT'lerin oluşum tarihi, teknik özellikleri gibi konuları da açıklığa kavuşturan çalışma Birleşmiş Milletler çatısı altında evrensel internet yönetimi teşebbüslerine değinmektedir. BM bünyesinde kurulan UNGGE ve OEWG özel komisyonları ve yayınladıkları raporlar çalışmada kapsamlı bir şekilde incelenmiştir. Nitekim BM himayelerinde gerçekleştirilen sürecin ideolojik farklılıklar sebebiyle bölünmesiyle ortaya çıkan bölgesel akınlar da gözardı edilmemiştir. Nihayetinde ise elde edilen veriler uluslararası hukukun şekli kaynakları bakımından değerlendirilerek siber uzayda yetki uyuşmazlıklarına açıklık getirilmiştir.Item Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtının uluslararası hukuk açısından meşruluğu(Ankara : Ankara Üniversitesi : Sosyal Bilimler Enstitüsü : Hukuk Fakültesi : Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı, 2020) Küçük, Fethiye; Abdullahzade, Cavid; Hukuk FakültesiTerörizmle mücadelede aktif olarak işlemeyen BM kolektif güvenlik mekanizması devletleri uluslararası hukuk çerçevesinde başka alternatiflere yönlendirmiştir. Bu arayış, BM Antlaşması 51. maddesi ile düzenlenen meşru müdafaa hakkını, devletlerin terörle mücadele ederken sıkça başvurduğu bir dayanak haline getirmiştir. 11 Eylül saldırıları sonrası devlet uygulamaları ve Güvelik Konseyi kararları incelendiğinde devletlerin, terörizme karşı meşru müdafaa hakkının kabul edilmiş olduğu görülmektedir. Bu çerçevede bir devletin ülkesinde üslenmiş ancak söz konusu devlete atfedilemeyen terörist saldıra karşı meşru müdafaa hakkı temelli gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonların hukuki zemini ele alınması gereken bir konudur. İki bölümde ele almaya çalıştığımız bu çalışmanın ilk bölümde uluslararası hukukta kuvvet kullanımı ve istisnalarına yer verilecektir. Bu bağlamda meşru müdafaa hakkı ve devletlerin terörizme karşı meşru müdafaa hakkı genel hatlarıyla ele alınacaktır. İkinci bölümde ise Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtının meşru müdafaa hakkı ve BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde uluslararası hukuka uygunluğu değerlendirilecektir. Türkiye'nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtında IŞİD ve PYD/YPG'ye karşı meşru müdafaa hakkı ile temellendirdiği kuvvet kullanımı, olayların toplamı teorisi, yönetilemeyen alan, isteksiz veya aciz devlet teorileri çerçevesinde ele alınacaktır. Anahtar kelimeler: Uluslararası Hukuk, Terörizme Karşı Meşru Müdafaa Hakkı, Sınır Ötesi Operasyon, Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı Harekâtı. The UN collective security mechanism, which does not function actively in the fight against terrorism, has forced states to search for other alternatives within the framework of international law. This search has made the right to self-defense, regulated by Article 51 of the UN Treaty, a basis that states frequently resort to while fighting against terrorism. When the states' practices and the Security Council decisions following the September 11 attacks are examined, it is seen that the states' right to self-defense against terrorism seems to have been recognized. In this context, the legal basis of cross-border operations that are carried out on the basis of the right to self-defense against terrorist attacks based in the country of a state but not attributable to the said state is an issue that needs to be addressed. In the first part of this study, which we tried to cover in two sections, the use of force and exceptions in international law will be included. In this context, the right to self-defense and the right of states to self-defense against terrorism will be discussed in general terms. In the second part, the Euphrates Shield and Olive Branch Operation will be evaluated in terms of the right to self-defense and its compliance with international law within the framework of UN Security Council resolutions. Turkey's use of force against ISIS and PYD/YPG in the Euphrates Shield and Olive Branch Operation justified by the right to self-defense will be addressed within the framework of accumulation of events theory, ungoverned space, and unwilling or unable state theory. Keywords: International Law, Right of Self Defense Against Terrorism, Cross-Border Operation, Operation Euphrates Shield, Operation Olive Branch.Item Güney Kuril Adaları'nın hukuki statüsü(Ankara : Ankara Üniversitesi : Sosyal Bilimler Enstitüsü : Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2018) Tarı, Duygu Didem; Abdullahzade, Cavid; Hukuk FakültesiGüney Kuril Adaları uyuşmazlığı, esasen San Fransisko Barış Antlaşması'nın muğlak tanımlamaları sonucu ortaya çıkan ve soğuk savaşla düğümlenen bir egemenlik uyuşmazlığıdır. Japonya ve Rusya arasındaki sınır çizgisi, 1855, 1875 ve 1905 yıllarında karşılıklı mutabakat ile değişmiş olmasına rağmen, Habomai, Shikotan, Kunashiri ve Etorofu adaları hiçbir zaman el değiştirmemiş, Japonya haricinde hiçbir devletin egemenliği altına girmemiştir. Roosevelt, Churchill ve Stalin'in katılımıyla Şubat 1945 tarihinde gerçekleşen Yalta Konferansı doğrultusunda, II. Dünya Savaşı'nda, Japonya, Müttefik devletler tarafından mağlup edilmiş ve toprakları taksim edilmiştir. Bu taksimatın sınırları, kapsamı ve tarafları belirlenmediği için de Rusya ve Japonya arasında hâlâ bir barış antlaşması imzalanamamış olup II. Dünya Savaşı hâlâ devam etmektedir. Bu çalışmada, somut uyuşmazlığın tarihçesi ve uluslararası hukukta ülke kazanılması şekilleri detaylı bir şekilde incelendikten sonra tarafların egemenlik iddialarının geçerlilikleri tartışılacak ve çözüm önerileri değerlendirilecektir. The Southern Kurile Islands dispute, is a territorial dispute, in fact which has emerged as a result of the ambiguous definitions set forth in the San Francisco Peace Treaty and has become a knot with the cold war. Although the demarcation line between Japan and Russia has changed in the years of 1855, 1875 and 1905 by mutual consensus; the islands of Habomai, Shikotan, Kunashiri and Etorofu have never been transferred and have never been under the sovereignty of any country other than Japan. In line with the Yalta Conference held in February 1945 with the attendance of Roosevelt, Churchill and Stalin, in the World War II, Japan has been defeated by the Allies and her territories have been distributed. As the limits and framework of the distribution as well as the parties to the said distribution has not been determined, a peace treaty could still not be signed by and between Russia and Japan; therefore the World War II still continues among them. In this study, the history of the subject matter dispute and modes of acquisition of territory in international law shall be examined in detail, thereafter, the validity of the sovereignty claims of the parties shall be discussed and the resolution proposals shall be evaluated.Item Hava sahası ve hava ulaştırmanın hukuki rejimi(Ankara : Ankara Üniversitesi : Sosyal Bilimler Enstitüsü : Hukuk Fakültesi : Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı, 2018) Güler, Taha; Abdullahzade, Cavid; Hukuk FakültesiBirinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında hava araçlarında yaşanan teknolojik gelişmeler sonraki süreçte hukuk kurallarına da yansımıştır. Nitekim Birinci Dünya Savaşı'nın akabinde akdedilen çok taraflı niteliğe sahip Paris, Madrid ve Havana Sözleşmelerinde sivil havacılığa ilişkin temel hukuk kurallarına yer verilmiş ve hava sahasında tam ve münhasır egemenlik ilkesi yazılı bir kural haline gelmiştir. Şikago Konferansı'nın sonunda imzaya açılan Şikago Sözleşmesiyle hava sahasında tam ve münhasır egemenlik ilkesi yazılı bir kural olarak tekrar benimsemiştir. Transit geçiş ve teknik iniş olmak üzere ilk iki trafik hakkını düzenleyen Hava Transit Antlaşması'na çok sayıda devlet taraf olmuştur. Hava Ulaştırma Antlaşması ticari trafik haklarını düzenlediğinden ve çok taraflı bir yapıya sahip olduğundan kendisine taraf toplayamamıştır. Sonuç olarak geçerliliğini hala muhafaza etmeye devam eden Şikago Rejimi günümüz şartlarında yetersiz kalmış ve yerini dolaylı yoldan da olsa iki taraflı antlaşmalar rejimine bırakmıştır. Bu rejim dahilinde 20. yüzyılın ikinci yarısından bu yana devletler, sınırlayıcı hükümler içeren iki taraflı hava ulaştırma antlaşmaları aracılığıyla birbirlerine ticari trafik haklarını tanımıştır. Ancak ABD, iç hukukta yaşadığı deregülasyon sürecinin sonrasında AB ile akdettiği "Açık Semalar" Antlaşması vasıtasıyla sınırlayıcı iki taraflı antlaşmalar rejimi algısını bir ölçüde kırmış ve "Açık Semalar" gibi benimsediği liberal bir politikayla uluslararası hava ulaştırmayı rekabete açık ve serbest bir alan haline getirmiştir. Tüm bu noktalardan hareketle çalışmamızın amacı hava sahası ile uluslararası hava ulaştırmanın tabi olduğu rejimin geçmişten günümüze kadarki gelişimi ve rejimin güncel gelişmelere yansımalarını ortaya koymaktır. The technological developments in aircraft during the First and Second World Wars were reflected in the rules of law in the next period. As a matter of fact, in the Paris, Madrid and Havana conventions of the multilateral nature that followed the First World War, the basic rules of civil aviation were introduced and the principle of complete and exclusive sovereignty became a written rule. With the Chicago Convention signed at the end of the Chicago Conference, the complete and exclusive sovereignty principle in the air space was again adopted as a written rule. Numerous states have became parties to the Air Transit Agreement, which regulates the first two traffic rights, transit and technical landing. On the other hand, since the Air Transport Agreement regulates commercial traffic rights and has a multilateral structure, it has not taken sides. As a result, the Chicago Regime, which still maintains its validity, is inadequate in today's conditions and leaves its place to the regime of bilateral agreements, indirectly. Within this regime, since the second half of the 20th century, the states have introduced commercial traffic rights to each other through bilateral air transport agreements containing restrictive provisions. However, the US has broken the sense of regime of restrictive bilateral agreements through "Open Skies" Agreement, which it has concluded with the EU after the deregulation process in domestic law, and has transformed international air transport into an open and free sector with a liberal policy adopted as "Open Skies".Item Önleme yükümlülüğü bağlamında uluslararası hukukta devletin tehlike sorumluluğu(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Isayev, Tuğçe; Abdullahzade, Cavid; HukukTeknolojik gelişmeler, tehlikeli faaliyetlerin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmış, yıkıcı etkisini artırmış, uluslararası toplumun çevrenin korunması gibi ortak değerleri açısından tehlike yaratmıştır. Uluslararası haksız fiil sorumluluğu bu gelişmeler karşısında yetersiz kalınca, uluslararası tehlike sorumluluğu yeni bir uluslararası sorumluluk rejimi olarak ortaya çıkmıştır. Bu çalışmanın amacı, genel olarak uluslararası tehlike sorumluluğu ile uluslararası tehlike sorumluluğunun bir boyutu olarak önleme yükümlülüğünü incelemek, uluslararası tehlike sorumluluğu ile önleme yükümlülüğünün uluslararası hukuk açısından arz ettiği önemi ortaya koymaktır. Bu çalışmada uluslararası tehlike sorumluluğu ve önleme yükümlülüğü incelenirken, uluslararası tehlike sorumluluğu ile uluslararası haksız fiil sorumluluğu ve uluslararası çevre hukuku arasındaki yakın ilişki göz önünde bulundurulmuştur.Item Silahlı çatışmalarda denizde zapt ve müsadere(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Övüngen, Fatih; Abdullahzade, Cavid; Hukuk FakültesiDenizde zapt ve müsadere, önceleri özel-zararla karşılık kapsamında başvurulan özel savaşlar çerçevesinde meydana gelse de, ulus devlet yapısının ortaya çıkmasından itibaren, özellikle deniz korsanlığı aracılığıyla deniz savaşlarında bir savaş yöntemi (ekonomik savaş) olarak uygulanmıştır. Orta Çağdan itibaren var olagelen kişisel/özel düşmanlıklar, deniz haydutluğu veya 19. yüzyıl ortalarına kadar deniz korsanlığının kötü/aşırı uygulamaları, deniz ticaretinin serbestçe yapılmasına engel teşkil edecek şekilde denizlerde kargaşa yaratan durumlar oluşturmuşlardır. Bu anlamda, 13. yüzyıldan itibaren zararla-karşılık ve korsanlık belgeleri ile deniz müsadere mahkemeleri, denizde zapt ve müsadere işlemlerini kontrol altına almak maksadıyla başvurulan müesseseler olmuşlardır. Denizde zapt ve müsadere işlemlerini düzenleyen deniz müsadere hukuku, özellikle 18 ve 19. yüzyıllarda belirgin hale gelen örf ve adet hukuku kuralları şeklindedir. 1. ve 2. Dünya Savaşları esnasında devletlerin denizde zapt ve müsadere kurallarına uymama veya kötü yorumlama eğilimleri sonucunda bahse konu kuralların modern dönem savaşlarında uygulanabilir olup olmadığı ve hatta günümüzdeki varlıkları şüphe konusu olmuştur. Denizde zapt ve müsadere, 1945 sonrası yaşanan silahlı çatışmalarda hiç bir zaman önceki dönem kadar önemli bir rol oynamamıştır. Bahse konu dönemde, 1980-88 İran-Irak Savaşı esnasında meydana gelen tanker savaşları veya kuralsız ticaret gemisi batırma işlemleri ise, uluslararası camianın dikkatini tekrardan denizde ekonomik savaş yöntemlerine çekmiştir. Bu noktada, çalışmamızın amacı, denizde zapt ve müsadereye ilişkin örf ve adet hukuku kuralı karakterindeki klasik hukuk kurallarının modern dönem devlet uygulamaları ve uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde görünümünü ortaya koymaktır. Although seizure and confiscation at sea occurred in context of special wars that were subject to special-reprisals, it has been applied as a method of war during the naval wars especially through privateering since nation-states aroused. Special hostilities that existed since the Middle Ages, sea piracy and, excessive applications of privateering until the middle of the 19th century have created turbulent conditions that prevent the freedom of maritime trade. In this sense, it is seen that letter of marque and reprisal and prize courts have been resorted to prize law since the 13th century. Prize law, which regulates seizure and confiscation procedures at sea, is in form of custom rules that became evident in the 18th and 19th centuries. As a result of the states failure to comply with the prize law, or their misinterpretation during two world wars, applicability of these rules to the modern period wars or even the present existence of these rules became a matter of doubt. Prize Law has never played an important role in armed conflicts like the period before 1945. At this point, the most important event, attracted the international attention to this issue is the tanker wars occurred during the Iran-Iraq War. Purpose of this thesis is to reveal the present-day view of the classical customary laws that regulate prize law, according to the present day state practices and international law.Item Silahlı devlet-dışı aktörlerin uluslararası insancıl hukuk sorumluluğu(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Ünal, Gonca; Abdullahzade, Cavid; HukukÇalışmamızda öncelikle uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk teorilerinin güncel ve nispeten bakir konularından sayılabilecek devlet-dışı aktörler incelenerek, silahlı devlet-dışı aktörlerin içsel ve dışsal niteliklerinden bahsedilmektedir. Belirli filtrelerden geçirerek dikkate aldığımız silahlı devlet-dışı aktörlerin uluslararası insancıl hukuk kuralları bağlamında birtakım sorumluluklarının bulunduğu gerçeği şüphe götürmez niteliktedir. Bahse konu silahlı devlet-dışı aktörlerin işlemiş oldukları ihlallerden doğan sorumluluklarının normatif dayanaklarının yanı sıra silahlı çatışmanın her iki tarafını da bu sorumlulukların varlığı konusunda ikna etmek adına başvurduğumuz bazı teoriler de bulunmaktadır. Bir silahlı devlet-dışı aktörün meşruiyetini tanımadığı hükümetin taraf olduğu uluslararası insancıl hukuk antlaşmaları ya da yapım ve hazırlanma süreçlerine katılmadıkları dahası kendilerinden habersiz bir şekilde vücut bulan diğer uluslararası insancıl hukuk kuralları ile bağlı olduğu şeklindeki önermenin iyi bir şekilde temellendirilmesi gerekmektedir. Her tekil olayda devletleri veya dar anlamıyla diğer uluslararası hukuk kişilerini haklı çıkarmanın ve zaten uluslararası hukuk alanına pamuk ipliği ile bağlı olan silahlı devlet-dışı aktörleri tamamen hukuk dışı bir alana sürüklemenin bizlere hiçbir faydasının dokunmadığı silahlı çatışmalar hakkında yapılan saha çalışmaları incelendiğinde rahatlıkla anlaşılabilir. Son yıllarda uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda hayatlarından, sağlıklarından, vücut bütünlüklerinden, onur ve haysiyetlerinden ya da vatanlarından olan kadın, erkek ve çocuk sayısı; sosyal gerçekliğin bütün uluslararası dengelerin ve düzenlemelerin üzerinde olduğunun fark edilmesi işine yarayabilir. Nihayetinde, çalışmamız; uluslararası hukukun "devletlerin bölünmez bütünlüğü" ya da "iç işlerine müdahale etmeme" gibi ilkeleri ile mevcut sosyal gerçekliğin çarpıcı acımasızlığı arasında bir denge kurarak silahlı devlet-dışı aktörlerin uluslararası insancıl hukuk bağlamında sorumluluklar üstlenmesinin sağlanması amacına hizmet etmektedir ve bu amaca ufacık da olsa katkıda bulunması bizim için oldukça kıymetlidir.Item Terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin akıllı yaptırım kararları(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015) Coşkun, Sümeyra Altıner; Abdullahzade, Cavid; HukukThe main purpose of The United Nations, which was established after The Second World War, is to maintain international peace and security. United Nations Security Council is assigned to fulfill this purpose and if The Security Council determines any existence of threat to the peace, breach to the peace or act of aggression, it may decide taking any measures necessary involving or not involving the used of armed force. Especially after the occurrence of 9/11 attacks, targets of Security Council's sanctions are certain individuals and/or entities. Those individuals and/or entities' fundamental rights and freedoms are restricted or violated by The Security Council's resolutions, which is called "smart sanctions". The United Nations Charter hasn't got any article including judicial remedy for those individuals and/or entities. Hence, whether or not there is any judicial remedy in the framework of The United Nations, European Union and Council of Europe is analysed separately in this study. Applicability of smart sanctions and whether or not judicial review is possible for smart sanctions are also researched taking into consideration example of Turkey.Item Uluslararası Hukukta devletlerin egemen eşitliği ilkesi(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Arasan, Murat Can; Abdullahzade, Cavid; HukukDevletlerin egemen eşitliği ilkesi, geçmişten günümüze uluslararası hukuk sistemi içerisinde temel bir ilke olarak kabul edilmektedir. Ancak ilkenin geçerliliği, güncel durumda küresel toplumsal ilişkilerde meydana gelen değişimlerle birlikte sorgulanmaya başlanmıştır. Bu çalışma öncelikle egemen eşitlik ilkesini, tarihsel süreç içerisinde üzerinde anlam kazandığı maddi koşullarla birlikte açıklamaktadır. Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişiminin ve bununla birlikte oluşan yeni iktidar yapılarının incelenmesi bu açıklamada önceliklidir. Sonra ise ilkenin geçirdiği değişimleri ve günümüzdeki küresel ilişkiler bakımından geçerliliğini, daha önce yaptığı incelemeye uygun olarak aynı ilişkilerdeki değişim üzerinden denetlemektedir. Bunu yaparken de ilkeye istisna/aykırılık oluşturan güncel uluslararası hukuk konseptlerine odaklanmaktadır.Item Uluslararası Hukukta devletlerin egemen eşitliği ilkesi(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Arasan, Murat Can; Abdullahzade, Cavid; HukukDevletlerin egemen eşitliği ilkesi, geçmişten günümüze uluslararası hukuk sistemi içerisinde temel bir ilke olarak kabul edilmektedir. Ancak ilkenin geçerliliği, güncel durumda küresel toplumsal ilişkilerde meydana gelen değişimlerle birlikte sorgulanmaya başlanmıştır. Bu çalışma öncelikle egemen eşitlik ilkesini, tarihsel süreç içerisinde üzerinde anlam kazandığı maddi koşullarla birlikte açıklamaktadır. Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişiminin ve bununla birlikte oluşan yeni iktidar yapılarının incelenmesi bu açıklamada önceliklidir. Sonra ise ilkenin geçirdiği değişimleri ve günümüzdeki küresel ilişkiler bakımından geçerliliğini, daha önce yaptığı incelemeye uygun olarak aynı ilişkilerdeki değişim üzerinden denetlemektedir. Bunu yaparken de ilkeye istisna/aykırılık oluşturan güncel uluslararası hukuk konseptlerine odaklanmaktadır.Item Uluslararası Hukukta Hazar'ın statüsü sorunu ve kıyıdaş devletlerin yaklaşımları /(Ankara : Ankara Üniversitesi : Sosyal Bilimler Enstitüsü : Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2018) Topal, Nagihan; Abdullahzade, Cavid; Hukuk FakültesiSSCB'nin dağılması ile başlayan ve daha sonrasında kıyıdaş devletlerin hidrokarbon kaynaklarını çıkarması ve uluslararası şirketlere ihaleye açması ile alevlenerek bölge dışı aktörlerin de dâhil olması sonucu uluslararası bir mesele haline gelen Hazar'daki statü sorunu, son dönemde gerçekleştirilen zirveler sonucu gündemde kalmaya devam etmiştir. Hazar'ın hukuki statüsü sorununun temelinde ise aynı zamanda ekonomik ve siyasi sorunların yattığı gözlemlenmiştir. Deniz, göl veya özel su havzası şeklinde başlayan tartışmalar, devletlerin yaklaşımı ve tarihsel sebepler ile Hazar'ın bir sınır gölü olduğu tezine yaklaşılması ile sonuçlanmıştır. Uluslararası alanda halen gelişmekte olan bir alan olan göllerin sınırlandırılmasına ilişkin ise genel geçer kurallar bulunmamaktadır. Hazar'da kıyıdaş devletler tarafından öne sürülen orta hat/eşit uzaklık metodunun, başka hiçbir faktör dikkate alınmadan doğrudan uygulandığı durumda adil olmayan sonuçlar doğuracağı açıktır. Deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında uluslararası mahkemelerce kabul edilmiş olan bölgenin bütün unsurlarının dikkate alınması, coğrafya unsurunun ve orantılılık ilkesinin önemi, hakkaniyet prensipleri temelinde ve hakça çözüme ulaşmayı sağlayacak yöntemlerin uygulanması önem arz etmektedir. Bu bakımdan Hazar'da belirlenecek sınırların, göl ve deniz sınırlandırmaları arasında söz konusu ilkeler bakımından bir paralellik kurularak saptanması, hakça sonuca ulaşmak ve orta hat metodunun adil olmayan sonuçlarını dengelemek bakımından önemlidir. Hukuki etkilerinin yanında ekonomik, siyasi ve güvenlik ayağı da bulunan Hazar'daki statü sorununun çözümü, öncelikle bölge ülkeleri arasında sıkı bir iş birliği gerektirmektedir. Bu kapsamda hakça ilkelere dayalı olarak akdedilecek bir anlaşma veya barışçıl çözüm mekanizmalarına başvurulması meselenin kabul edilebilir bir çözümle neticelenmesi için önem arz etmektedir. The issue of legal status of the Caspian Sea, which initiated upon the dissolution of the Union of Soviet Socialist Republics and has now become an international problem as a result of the inclusion of the exterritorial actors into the process after the littoral states had extracted their hydrocarbon resources and initiated a tender for these resources among the internal companies, has remained on the agenda through the summits that have been recently organized. It has been observed that the reasons underlying the issue of legal status of the Caspian Sea are economic and political problems as well. The disputes arising in the form of sea, lake or private water reservoir have resulted, due to the States' approaches and historical grounds, in reaching the thesis that the Caspian Sea is a frontier lake. For delimitation of lakes which are still developing formations, there are no universal principles in the international arena. It is explicit that direct implementation of the equidistance/median line method proposed by the Caspian littoral states without taking any other factor into consideration would lead to unjust outcomes. In delimiting the maritime zone, it is of importance to take into consideration all elements of the region acknowledged by international courts as well as to apply methods, which would ensure to achieve an equitable solution, on the basis of equitable principles and by considering the significance of the geography and the principle of proportionality. Accordingly, it is important to determine the borders in the Caspian Sea, by establishing a parallelism between the delimitations of lake and sea in respect of these principles, for reaching an equitable outcome and balancing the unjust outcomes of the equidistance line method. Solution of the status problem of the Caspian Sea −which has economic, political and security aspects along with its legal impacts− primarily requires a close cooperation among the countries located in the region. In this respect, having recourse to an agreement to be concluded on the basis of equitable principles or to peaceful settlement mechanisms is of great importance for overcoming of the status problem through an acceptable solution.Item Uluslararası hukukta kültürel mirasın korunması ve UNESCO örneği(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Alpaslan, İrem; Abdullahzade, Cavid; HukukKültürel mirasın korunması, konunun çok disiplinli doğası nedeniyle, kapsamlı ve çok boyutlu bir çabayı gerektirir. UNESCO'nun Kültür Sözleşmeleri; yüzün üzerinde taraf devlet sayılarıyla alanın uluslararası düzeyde kabul edilmiş hukuk belgelerini teşkil eder. UNESCO'nun kültürel mirasın korunmasına ilişkin Türkiye'nin taraf olduğu 4 Sözleşmesi çalışmanın temel konusunu teşkil etmektedir: 1954 Silâhlı Bir Çatışma Hâlinde Kültür Mallarının Korunmasına dair Sözleşme, 1970 Kültür Varlıklarının Kanunsuz İthal, İhraç̧ ve Mülkiyet Transferinin Önlenmesi ve Yasaklanması İçin Alınacak Tedbirlerle İlgili Sözleşme, 1972 Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması Sözleşmesi, 2003 Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi. Kültürel mirasın korunmasında gelinen noktada, Sözleşmeleri doğuran ihtiyaçların ve Sözleşmelerin kabulüne giden süreçte alınan kararların sürdürülebilir şekilde akılda tutulması gereklidir. Sözleşmelerin incelenmesi hem mevcut kaygı ve yönelimlere uygulamada nasıl cevap verildiğinin görülmesine hem de güncel tartışma ve yaklaşımların anlamlandırılmasına katkı sağlar. UNESCO'nun kendi sürecinin ve onu ortaya çıkaran ihtiyaçların görülmesi çerçeveyi tamamlayarak bütünsel bir bakışa hizmet eder. Bu çalışmanın amacı bilginin sürdürülebilirliğine ve hatırlanmasına yardımcı olacak şekilde Sözleşmeleri doğuran süreçleri ve süreç içerisinde kabul edilen yaklaşımlar üzerinden Sözleşmelerin amaçlarını ortaya koymak; böylece günümüzde ve gelecekte Sözleşmelerin uygulanmasına katkı sağlamaktır. Bu çerçevede 1954, 1970 ve 1972 Sözleşmeleri mevcut ve kabul görmüş koruma ihtiyacının temel unsurlarını düzenleyen Sözleşmeler olarak birlikte; farklı kültürlerce değer verilen "yaşayan ve aktarılan" kültürel miras unsurların koruma kapsamı dışında kalmasının neden olduğu paradigma değişimiyle ortaya çıkan 2003 Sözleşmesi ise değişimi anlatabilmek üzere ayrı olarak ele alınmaktadır.