Cilt:71 Sayı:01 (2022)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Cilt:71 Sayı:01 (2022) by Author "Hukuk"
Now showing 1 - 4 of 4
Results Per Page
Sort Options
Item 1921 TEŞKİLAT-I ESASİYE KANUNU LAYİHASI(Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2022) Konan, Belkıs; Hukuk; Hukuk FakültesiTeşkilat-ı Esasiye Kanunu, bir milletin kurtuluş ve dönüşümünün simgesi olarak Osmanlı-Türk Anayasaları içinde çok özel bir yere sahiptir. Bu makale Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Layihası müzakerelerini meclis tutanaklarında yer alan bilgiler çerçevesinde yorumlayarak hukuk tarihi açısından önemini incelemeyi amaçlamaktadır. İlk olarak bu Kanun’un çıkarılmasına neden ihtiyaç duyulduğu sorusunun yanıtlanması gerekir. Bu sebeple makalede öncelikle ilk anayasamızı hazırlayan Büyük Millet Meclisi’nin oluşumu incelenecektir. Daha sonra “salahiyeti fevkaladeyi haiz olarak” toplanmış olan Meclisin “kurucu bir meclis” olup olmadığı tartışması yapılarak milli egemenlik kavramının farklı gruplarca nasıl yorumlandığı açıklanacaktır. Makalenin özünü 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Layihası’nın mecliste görüşülmesi esnasında yapılan tartışmalar ve Anayasa’nın kabul edilmesi süreci oluşturmaktadır. Layihanın müzakereleri, 18 Eylül 1920 tarihinde Heyet-i Vekile tarafından verilen programın Meclis Genel Kurulu’na sunulması ile başlamıştır. Eski düzeni sürdürmek isteyen, yani hilafet ve saltanatı kurtarmak isteyen muhafazakâr kesimlerle, bağımsız bir devlet kurma idealine sahip inkılapçılar arasındaki tartışmalar yaklaşık iki ay sürmüştür. Kanun Layihası’nın görüşülmesinde tartışmalar daha çok “saltanat ve hilafetin kurtarılması”, “mesleki temsil ilkesi”, “Meclis ve İcra Vekilleri Heyeti’nin yetkileri” ve “yerinden yönetimler” üzerine yoğunlaşmıştır. Makale kapsamında da en çok tartışılan bu konulara değinilmiştirItem DURUŞMANIN ALENİYETİ İLKESİ VE SINIRLANDIRILMASI(Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2022) Artantaş, Günce; Hukuk; Hukuk FakültesiDuruşmanın aleniliği ilkesi, muhakeme işlemlerinin kamuya açık olarak yapılmasını ve bunların duyurulabilmesini ifade eder. Söz konusu ilke adil yargılanma hakkının bir parçası olarak hem Anayasa’nın 141.maddesinde hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6.maddesinde güvence altına alınmıştır. Kural olarak, duruşma evresinde alenilik esastır. Bununla birlikte, söz konusu hukuki metinlerde aleniyet ilkesinin istisnalarına da yer verilmiştir. Genel ahlak, kamu güvenliği, küçüklerin çıkarları veya özel hayatın gizliliği gerektirdiğinde ya da aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda duruşma kapalı yapılabilir. Bu çalışmada kamuya açıklık ilkesinin anlamı, kapsamı ve özellikle kamuya açıklık ilkesine getirilen sınırlamalar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları çerçevesinde incelenmektedir.Item PARİS ANLAŞMASI SONRASINDA "ÇED KAPSAM DIŞI DEĞERLENDİRME " KARARLARI VE ÇEVRESEL KOLLUK FAALİYETLERİNİN İKLİM HUKUKU AÇISINDAN NİTELİĞİ(Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2022) Özlüer, Ilgın Özkaya; Hukuk; Hukuk FakültesiÇevre hukukunun, sanayi toplumunun ortaya koyduğu riskleri hukuki belirlilik ilkesi içinde tanımlanmasının ve bunu çevre hakkı kapsamında değerlendirilmesinin 50 yılı aşan tarihinde geliştiğini söylemek mümkündür. Bu zaman zarfında çevre hukukunun küresel düzeyde aldığı yolu, hem normatif düzenlemelerin gücü hem de çevre politikalarının etkisiyle ölçebiliriz. Çevre hukukunun korumayı amaçladığı çevresel varlıkların sürdürülebilir korunması yaklaşımı, koruma ve kullanma dengesinin sağlanması biçimine dönüşse de değişmeyen temel ilke, sanayi yatırımlarına ait risklerin ‘hukuki belirlilik ilkesi’ içinde tanımlanmasıdır. Bu tanımlama, idare hukuku ölçütleri içinde ÇED mevzuatı ve bu doğrultuda gelişen uygulama pratikleriyle şekillenmiştir. Çevre Kanunu kapsamında, sanayi yatırımlarının yaratacağı bütünsel etki ve hukuki belirlilik bir arada düşünüldüğünde tüm yatırımların risk analiz sisteminin bir parçası olması gerektiği bu çalışmanın temasını oluşturmaktadır. Bu tema aynı zamanda, çevre hakkı ile korunan değerin, ÇED Yönetmeliği için de geçerli olacağı varsayımına dayalıdır. Bu doğrultuda öncelikle Çevre Kanunu ile korunan amaca bu çalışmada kısaca değinilerek, ÇED Yönetmeliğinin amacı dışına çıkan düzenleme ve uygulamaların, çevre hukukunun bütünlüğünü ortadan kaldıracak bir hukuk dizgesi yarattığı ortaya konulacaktır. Bu dizgenin süreklilik kazanması halinde de idare hukuku ile korunması arzulanan belirliliğin ve çevrenin korunması amacının gerçekleştirilmesinin söz konusu olamayacağı ileri sürülecektir.Item TÜRK HUKUK TARİHİNDE KANUN-I MUVAKKAT KAVRAMI VE UYGULAMASI(Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2022) Esirgen, Seda Örsten; Hukuk; Hukuk FakültesiTürk hukuk tarihinin ilk anayasası olan 1876 Anayasası, padişahın yasama ve yürütme yetkilerine kapsamlı bir sınırlama getirmemiş; gerek yasama, gerek yürütme faaliyetleri üzerinde padişahın geniş yetkilerini tanımıştır. Yürütme açısından hükümete tanınan bir yetki özellikle dikkat çekmektedir. 1876 Anayasası’nın 36. maddesi, belirli şartlar altında parlamentonun tatil veya fesih gibi nedenlerle kapalı olduğu zamanlarda Hükümete, Meclis-i Mebusan’ın alacağı karara kadar geçici olarak kanun hükmünde kararlar alma olanağı tanımıştır. Kanun-ı muvakkat olarak adlandırılan bu uygulamaya, Meşrutiyet dönemleri boyunca Hükümetler tarafından sıklıkla başvurulmuş; yargı örgütünden eğitime, temel hak ve özgürlüklerden yerel yönetimlere kadar atılan birçok adımın hukuki dayanağını kanun-ı muvakkatler oluşturmuştur. Söz konusu düzenlemelerden bazılarının “hukukun devamlılığı ilkesi” uyarınca Cumhuriyet döneminde uzun yıllar boyunca uygulanmış olması da, kanun-ı muvakkat kavramının incelenmesini önemli kılmaktadır. Diğer taraftan, kanun-ı muvakkatlerle ilgili benzer bir maddeye 1921, 1924 ve 1961 Anayasalarında yer verilmemiştir. Ancak 1971 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliğiyle kanun hükmünde kararname kurumu kabul edildiğinde, öğretide kanun-ı muvakkatle ilişkilendirilerek Türk hukuk tarihinin bu kuruma yabancı olmadığı dile getirilmiştir. Bununla birlikte, kanun-ı muvakkat kavramı, doğrudan doğruya bir incelemeye konu edilmemiştir. Bu çalışmada kanun-ı muvakkat kavramının hukuki niteliği ile uygulanma sürecinde, özellikle Osmanlı parlamentosunda yarattığı tartışma konuları üzerinde durulması amaçlanmıştır.