03-DİĞER
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing 03-DİĞER by Title
Now showing 1 - 20 of 1778
Results Per Page
Sort Options
Item 0-6 yaş grubu sağlıklı Türk çocuklarında timopoezin izlenmesi(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Kavgacı, Akif; İkincioğulları, Kamile Aydan; Çocuk Sağlığı ve HastalıklarıPrimer immün yetmezlikler (PİY), immün sistemi oluşturan komponentleri kodlayan genlerdeki mutasyon sonucu ortaya çıkan bir grup kalıtsal hastalıktır. Ülkemizde yaygın olan PİY'lerde erken tanı ve etkin tedavi hayat kurtarıcıdır. Ağır kombine immün yetmezlik (AKİY) temel olarak T hücre gelişim bozukluğudur. Bu hastalığa yol açan 20 kadar genetik defekt tanımlanmıştır. AKİY'lerde yetersiz timopoez nedeniyle deneyimsiz (naif) T hücre sayılarında düşüklük saptanmaktadır. Günümüzde timopoez; bir başka deyişle timus bezinin fonksiyonu; timustan periferik kana geçen naif (deneyimsiz) T hücre gelişiminin ''Recent Thymic Emigrants'' -YTG (Yeni Timik Göçmenler)- gösterilmesi sayesinde ölçülebilmektedir. YTG 2 yöntem ile değerlendirilmektedir. Birincisi TREC; yani moleküler olarak T hücre reseptörünün gelişimi sırasında gerçekleşen VDJ genlerinin rekombinasyonundan arta kalan sirküler yapılı DNA artıklarının ölçümüdür. Diğeri ise CD4, CD45RA ve CD31 monoklonal antikorlarını yüzeyinde taşıyan timustan yeni olarak periferik kana geçen T lenfositlerinin akım sitometrisi ile (flow cytometry) tanımlanması esasına dayalı ölçümüdür. Bu hücrelerin TREC içeriği yüksektir. Bu çalışmanın amacı, kordon kanı ve 0-6 yaş grubu sağlıklı Türk çocuklarında, periferik kanda timustan yeni çıkan naif T lenfositleri;yani YTG (CD4+CD45RA+CD31+) sayı ve düzeylerini immünfenotipik yöntemle ölçerek, farklı yaş gruplarında YTG normal (referans) değerlerini belirlemek ve bu yolla sağlıklı bebek ve çocuklarda timopoezi değerlendirmektir. Çalışmamızda, TREC düzeyini temsil ettiği bilinen CD4, CD45RA, CD31 belirteçlerini yüzeyinde taşıyan T lenfositlerini akım sitometrisi ile ölçerek periferik kanda YTG (CD4+CD45RA+CD31+) hücre düzeyleri normalleri belirlenmiş olup kordon kanı ve 0-6 yaş dönemi 6 ayrı yaş grubunda ülkemiz sağlıklı çocuklarında normal (referans) değerler oluşturulmuştur. Yaşla birlikte YTG (CD4+CD45RA+CD31+) hücre düzeylerinin absolü sayısı (p<0.001) ve yüzde değer (rölatif) oranları (p= 0,018) azaldığı saptanmıştır. Bu değişime yaşla beraber timus dokusundaki involusyonun neden olduğu düşünülmüştür. Çalışmamızda ayrıca absolü lenfosit sayısının yaşla birlikte değiştiği, 6 ay ve 1 yaş gruplarında %5 alt sınırın sırasıyla 3132/mm³ ve 3056/mm³, daha büyük yaş gruplarında azalarak 4 yaş grubunda 1850/ mm³'e olduğu belirlenmiştir. Bu veriler ışığında, süt çocukluğu dönemi sonrasında özellikle 4 yaş üstü lenfopeni sınırının genel kabul olan 1500/mm³'den daha yüksek (1850/ mm³) olduğu gösterilmiştir. Primer immün yetmezliklerin önemli bir sağlık sorunu olduğu ülkemizde, kanımızca, PİY ön tanılı hastalarda belirlenen CD4+CD45RA+CD31+ hücre düzey ve sayılarının bu yaş normalleri ile kıyaslanarak değerlendirilmesi, hastalarının tanı ve tedavilerine önemli ölçüde katkı sağlanacaktır. Bu noktadan hareketle CD4+CD45RA+CD31+ hücre tayini, PİY hastalarının tanı ve tedavisini yürüten tüm merkezlerde periferik kan lenfosit alt grupları panelinde yer almalıdır.Item 1 yaşından küçük izole ventriküler septal defekt onarımı yapılan hastaların orta ve uzun dönem klinik sonuçlarının incelenmesi(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Soykan Baran, Canan; Eyileten, Zeynep; Kalp ve Damar CerrahisiCerrahi olarak kapatılan pediatrik izole VSD hastalarında, klinik sonuçların değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: Kliniğimizde Ocak 2010 – Mart 2018 yılları arasında izole VSD tanısı alan 1 yaş altı toplam 112 hasta çalışmaya alınmıştır. Bu hastaların hepsine cerrahi tamir işlemi uygulanmıştır. Çalışmaya alınan hastalar retrospektif olarak mortalite, morbidite ve hastanede kalış süreleri açısından değerlendirilmiştir. Opere edilen hastalar 6 aydan büyük ve 6 aydan küçük olmak üzere iki alt grupta karşılaştırılmıştır. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 54 kadın (%48) ve 58 erkek (%52) toplam 112 hastanın yaş ortalaması 8,1 ± 2,7 ay (1 - 12) olarak tespit edildi. Hastaların ortalama kilo ağırlıkları 7,9 ± 1,8 (2,9 - 11) olup, 110 (%98,2) hasta yama tekniğiyle ve 2 (%1,8) hasta primer onarımla kapatılmıştır. Ortalama CPB süresi 64,2 ± 13,2 dakika olup, kros klemp süresi 46,2 ± 6,6 dakikadır. Total hastane kalış süresi 7,88 ± 1,57 gündür. Çalışma verilerinin analizinde, 6 aydan küçük (n:25, %22,3) (5,8 ± 1,1 kg) ve yaşı 6 ay üzerinde (n:77, %68,7) (8,8 ± 1,2kg) olan hasta grupları karşılaştırılmıştır. 6 aydan küçük hastaların CPB (71,8 ± 11,2 & 60,7 ± 12,7, p < 0,0001) ve X klemp (48,8 ± 6,6 & 45,0 ± 6,3, p = 0,005) süreleri anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. Yine 6 aydan küçük yaş grubunda, postoperatif 2 hastada kalıcı pace-maker ihtiyacı olup, geçici pace-maker gereksinimi 6 aydan büyük hasta grubuna kıyasla anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (n:6 & n:2, p = 0,01). Yoğun bakım yatış (3,2 ± 1,0 & 1,1 ± 0,4, p < 0,0001) ve hastane kalış süreleri (9,6 ± 1,3 & 7,0 ± 0,9, p < 0,0001) 6 ayın altındaki hastalarda anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. Uzun dönem takiplerinde 1 hastada rezidü/rekürrens VSD nedeniyle reoperasyon gerçekleştirilmiş ve 2 hasta pil jenaratör değişimi nedeniyle re-hospitalize edilmiştir. Tüm hastalarda hastane ve hastane dışı mortalite gözlenmemiştir. Sonuç: Bir yaş altındaki VSD hastalarının cerrahi teknikle kapatılması, mortalite ve morbidite açısından oldukça etkili ve güvenilir bir yöntem olmakla birlikte, özellikle 6 aydan küçük hasta gruplarında operatif risklerin göz önünde bulundurulmasını önermekteyiz.Item 1-3 lenf nodu pozitif opere meme kanserinde adjuvan 4 kür siklofosfamid/adriamisin'e 2 kür cisplatin/etoposid eklenmesi ile alınan sonuçların değerlendirilmesi(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2001) Işıkdoğan, Abdurrahman; İçli, Fikri; TıpADJUVANT 2 CYCLES OF CİSPLATİN-ETOPOSİDE FOOLLOWING 4 CYCLES ADRİAMYCİNE-CYCLOPHOSPHAMİDE İN PATIENT OF RESECTABLE BREAST CANCER WITH ONE TO THREE POSITIVE AXILLARY NODES: EVALUATION OF RESULT. Background: Four cycles of adriamycine-cyclophosphamide has been accepted one of the standart adjuvant treatment in breast cancer. In this study we aimed to asses the efficacy of adjuvant cisplatin-etoposid& combination following 4 cycles of standart adjuvant treatment in patient with operabl breast cancer and one to three positive axillary lymph node metastasis. Patient and methods Fifty four patient with one to three axillary positive lymph nodes and who were given two cycles adjuvant cisplatin (70 mg/m2 l.th day i.v)-etoposide (100 mg/m2, 1-7 day, po) combination following four cycles of adriamycine (60 mg/m2 l.th day)-cyclophosphamide (600 mg/m2, l.th day) following radical mastectomy from november 1997 to december 2000 were evaluated retrospectively. Two year disease-free survival (DFS) and overall survival (OS) were assessed with regard to patients characacteristics including age, number of lymph nodes, hormon receptor status* c-erbR2 status, tumor size and grade, vascular and lymphatic invasion, and the time between mastectomy and adjuvant treatment. Results Fifty four patients were included in the study, one of them had undergone bilateral mastectomy because of bilateral breast cancer. Median age was 46 (30-69), and median follow-up was 24.5 (6-44) months. Relapse, and mortality observed in six (11%) and three (5.5%) patients respectively. 29Within a median follow-up period of 24.5 months hasn't been reached at median survival. The end of two year's median follow-up DFS's were 89%, and OS's were 94.5%. Correlation between the DFS, OS and patients characacteristics including age, number of lymph nodes, hormon receptor status, c-erbB2 status, tumors size, tumors grade, vascular and lymphatic invasion were evaluated. No statistical correlation between this parameters and timing of adjuvant chemotherapy on survival. (p> 0.05). Conclusion: Two cycles of adjuvant cisplatin-etoposide combination following four cycles of standart adjuvant treatment in patient with operabl breast cancer and one to three positive axillary lymph node metastasis seems to decrease the relapse rate compared with historic groubs. Long term follow-up is needed. Keywords: Breast cancer, adjuvant chemotherapy, cyclophosphamide-adriamycine cisplatin, etoposide. 30Item 1. basamak sağlık hizmetleri için akılcı ilaç kullanımı ilkeleri doğrultusunda bireysel formüler oluşturma rehberi ve kaynak kitap(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Şahin, Emire Ayşe; Paloğlu, Özden; OtherDoğru hastaya doğru ilaç/ ların doğru doz, dozlam ve süre ile uygulanacak şekilde ve kabul edilebilir en düşük maliyetle seçilmesi ve reçete edilmesi hekimlik uygulamalarının en önemli becerilerinden birisidir. Akılcı İlaç Kullanımı (AİK) olarak 1985 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)'nün Nairobi toplantısında tanımlanan bu eylem eğitim bilimi açısından hem bilişsel hem psikomotor hem de tutum becerisi içeren karmaşık bir eylemdir ve ülkelerin sağlık harcamalarını belirleyen doğrudan bir etkiye sahiptir. Gerek gelişmiş ülkelerde gerek gelişmekte olan ülkelerde farklı nedenlerle deyimlenen akılcı olmayan ilaç kullanımının önlenmesi amacına yönelik DSÖ'nün çözüm önerileri, 30 yılı aşkın bir öyküye rağmen, DSÖ'nün kendi değerlendirme raporlarında hala kendine yer bulmakta ve AİK'in hekimlik uygulamalarına etkili bir şekilde yerleştirilmediği ifade edilmektedir. Ülkemizde de ilki 2014-2017, ikincisi 2018-2022 yıllarını kapsamış/ kapsayacak AİK Ulusal Eylem Planı çalışmalarına rağmen sağlık harcamalarında ilaca ayrılan pay hala kabul edilebilir düzeyin çok üzerinde seyretmektedir. Gerek DSÖ'nün gerekse ülkemizdeki AİK Eylem Planlarının temel çözüm önerisi "eğitim" dir ve ülkemizde tıp fakültelerinin büyük çoğunluğunda AİK ilkeleri eğitimi verilmektedir. Problemin hala gündemde olması, bir-iki örnek üzerinden verilen ilkeler eğitiminin, farklı nedenlerle de olsa, AİK ilkeleri bilgisinin "transfer" edilemediğini göstermektedir. İşte tam bu noktadan hareket edilerek, bu tez çalışması kapsamında, AİK ilkeleri bilgi/ becerisinin transfer edilebilmesini kolaylaştırmak, sürekli tekrar ile özümsenmesini sağlamak için, çalışma kitabı (study guide) niteliğinde bir kaynak kitap oluşturulmuştur. Kitap içeriği için ülkemiz Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitimi Ulusal Çekirdek Eğitim Programı temel alınmış ve mezun hekimlerin birinci basamak sağlık hizmetlerinde tanı ve tedaviden bizzat sorumlu oldukları enfeksiyon hastalıkları için ilaç listeleri oluşturmakla sınırlandırılmıştır. Kullanıcı dostu olması için görsel niteliğine ağırlık verilmiş, kuramsal bilgi yüklemesinden kaçınılmış, kendi kendine öğrenmeyi tetikleyici olmasına özen gösterilmiş ve çalışma kitabının tamamlanmış son şeklinin "bireysel" ve "formüler" özelliklerine sahip olması sağlanmıştır. Uygulamalar için DSÖ'nün altı adım modeli kullanılmış olmakla birlikte alanyazında ilaç önceliklendirme için kullanılan tüm yöntemler tartışılmıştır. Kitabın işlerliği açısından alınacak geri bildirimlerden sonra, iyi planlanmış multidisipliner bir AİK Eğitim programı ile Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitimi Dönem IV-VI süresince çalışma kitabının tamamlanmasının ve öğrencilerin mezun olurken, birinci basamak sağlık hizmetlerinde tanı ve tedaviden sorumlu oldukları enfeksiyon hastalıkları için reçete yazabilecek tüm özellikleri içeren ilaç listelerinin ve bireysel formülerlerinin hazırlanmasının sağlanması amaçlanmaktadır.Item 100 kronik süpüratif otitis media'lı olguda kulak ve nasofarenks kültürleri ile antibiyogram sonuçlarının değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı) CANDAN, Süleyman (Yazar); ESMER, Nimetullah (Tez Danışmanı)Item 100 kronik süpüratif otitis media'lı olguda kulak ve nasofarenks kültürleri ile antibiyogram sonuçlarının değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı) CANDAN, Süleyman (Yazar); ESMER, Nimetullah (Tez Danışmanı)Item 12-18 yaş arası çocukların kişilik örüntüsünün değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji (Uygulamalı Psikoloji) Ana Bilim Dalı) ERDEN, Gülsen (Tez Danışmanı); UTKU, Çisem Hayriye (Yazar)Kisiligin uzmanlarca yapılmıs bir çok tanımı vardır. Kisiligin tek bir tanımıyapılamadıgı gibi kisiligi tek bir yönden degerlendirmekte olanaksızdır. Türkiye'de12-18 yaslar arsındaki çocuk ve gençlerin kisilik degerlendirilmesi için halihazırdaiki envanter kullanılmaktadır. Bunlar 6-15 yas arası çocuklar için kullanılanÇocuklar çin Kisilik Envanteri ile 16 yas ve üzeri gençler için kullanılanMinnesota Çok Yönlü Kisilik Envanteri 'dir.Çocuklar çin Kisilik Ölçegi'nin ilk sekli, 1977 yılında çocuk kisiligini çokyönlü olarak ölçmek için yayınlanmıstır (Lachar ve Gdoeski, 1987). 1981 ve 1990yıllarında iki kez gözden geçirilerek bugünkü seklini almıstır. Kısa formu ?dogruyanlıs?seklinde yanıtlanabilen 280 sorudan olusmaktadır. 20 alt ölçegi ile geniskapsamlı ve standart bir degerlendirme aracı olarak kullanılmaktadır.Bu çalısmada 12-18 yas çocukların kisilik örüntülerinin degerlendirilmistir.Ayrıca, ölçegin içtutarlılıgına iliskin bilgi saglanmak da istenmistir. Bu amaçlaÇocuklar çin Kisilik Ölçegi, 12 ile 18 yaslar arasındaki toplam 368 çocugauygulanmıstır. Sonuçlar, yas ve cinsiyete göre her faktör ve alt test için ayrı ayrıkarsılastırılmıstır.Çocuklar çin Kisilik Ölçegi'nin içtutarlılıgı sınanmıstır. Faktör ve alttestlerin birbirleriyle olan iliskilerine bakılmıs ve anlamlı iliskiler saptanmıstır.Faktör ve alt testlere ait için ayrı ayrı madde toplam korelasyonu çalısılmıstır.Sonuçta, maddeleri çogunun ayırdedicilik düzeyi anlamlı bulunmustur. Bubulgulara göre, 12-18 yaslar arasındaki çocukların kisilik örüntülerinin cinsiyetve yasa göre farklılıklar gösterdigi bulunmustur.Bu çalısmada, çocuk kisiliginin önemi, olusumu ve çocuga yönelikdegerlendirme araçları incelenmis, çocuga yönelik yapılmıs çalısma ve ulasılangelismeler de özetlenmistir. Çocuklar çin Kisilik Ölçegi ve çocuklarla yapılmısdegerlendirme çalısmaları bulguları bu çalısma bulguları ile karsılastırılaraktartısılmıstır.AbstractThere are many definitions of personality made by the experts. It is bothimpossible to make one definition of personality and assess it from one perspective.There are two available inventories used in Turkey to assess the personality ofchildren and adolescents between the ages 12-18. These are Personality Inventoryfor Children used for the children between the ages 6-15 and Minnesota MultidimensionalPersonality Inventory used for the adolescents at the age of 16 andolder.The first form of Personality Inventory for Children was published in 1977to assess the child personality in different dimensions (Lachar ve Gdoeski, 1987).It took its present form by being revised twice in 1981 and 1990. Its short formconsists of 280 ?true-false? questions. It is used as a comprehensive andstandardized assessment tool with its 20 subscales.The aim of this study is to assess the children?s personality traits betweenthe ages 12-18. Moreover, it was desired to get data related to the reliability of thescale. For this reason, the booklets of Personality Inventory for Children wereapplied to 368 children between the ages 12-18. The results were comparedseparately for each factor and subtest according to age and gender.The reliability of Personality Inventory for Children was tested by InteriorConsistency (?). The correlation between factor and subtests were examined andsignificant differences were obtained. Total correlation for item was conductedseparately related to factor and subtests. As a result, items were found out to besignificant in terms of distinguishing level. Based on these findings, it was foundthat personality traits of children differ according to age and gender. In addition,the scale was proved to be reliable.In this study, the importance and formation of child personality andassessment tools for the child were examined; the studies and developments relatedto the child were summarized. The findings from Personality Inventory forChildren and other assessment studies conducted with children were comparedwith the ones from this study and discussed.Item 18f-NAF PET /BT'nin metastatik kemik hastalığının gösterilmesindeki rolü(Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı) ARAZ, Mine (Yazar); ARAS, Gülseren (Tez Danışmanı)Item 18f-NAF PET /BT'nin metastatik kemik hastalığının gösterilmesindeki rolü(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2012) Araz, Mİne; Aras, Gülseren; Nükleer TıpOBJECTIVE: To investigate the role of 18F-NaF PET/CT in detecting metastatic bone disease and to compare with Tc-99m MDP whole body bone scintigraphyand 18F-FDG PET/CT.MATERIAL AND METHOD: Histopathologically proven 37 cancer patients (mean age 58.19) with known bone metastasis were included in the study. All patients had bone scintigraphy and 18F-NaF PET/CT. The results of 18F-FDG PET/CT in 12 (%32) patients and In-111 octreotide scintigraphy in 2 (%0.5)patients were included in evaluation.RESULTS: Bone scan and 18F-NaF PET/CT were positive for metastasi in all patients. However, the number of lesions demonstrated was equal in 4/37 (%10)of the cases. 18F-NaF PET/CT showed a greater number of pathological foci inthe others. Because 18F-NaF PET/CT could show both lytic, blastic and small lesions, due to the advantage of sectional imaging and much better resolution and high target/background ratio. The comparison results of 18F-FDG PET/CT and 18F-NaF PET/CT revealed that 18F-NaF PET/CT demonstrated a greaternumber of metastases in 10/12 (83%) of the patients. They showed the same lesions in the rest of the cases. 18F-NaF PET/CT could show both blastic and sclerotic lesions. The uptake of 18F-FDG was variable in blastic lesions.Additionally, the cranial bone involvement that 18F-FDG PET/CT missed because physiological brain metabolism masked could be easily differentiated by 18F-NaF PET/CT. While bone marrow involvement could not be demonstrated in the bone scans, 18F-NaF revealed in 5 (13%) patients. The CT component of 18F-NaF PET/CT was primarily helpful in differentiating degenerative lesions from metastasis by better localisation of metastatic foci on the extremities close to the joints.CONCLUSION: 18F-NaF PET/CT is a more effective modality in bonemetastasis when compared with bone scan and 18F-FDG PET/CT and can be performed as the first scanning method for evaluation of bone metastasis.Item 1977-1986 Yılları arasında kliniğimize başvuran primer kongenital glokom ve kongenital glokomla birlikte olan anomali ve sendromlu olguların değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı) MERDOĞAN İDİL, Aysun (Yazar)Item 1977-1986 Yılları arasında kliniğimize başvuran primer kongenital glokom ve kongenital glokomla birlikte olan anomali ve sendromlu olguların değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı) MERDOĞAN İDİL, Aysun (Yazar)Erkerı dönemde tanınması ve gerekli merkezlere acilen şevkini saklamak için, periyodik çocuk kontrollarının yaygınlaştırıl ması ve tedavi merkezlerinde en uygun bakım y artlarının sağlan ması, prognozu olumlu yönde "etkileyecektir. Bu konuda yapılacak daha ileri araştırmalar, sorunun, çözümünde; yol göstex*ici olacak tır. Arattırmamızda 1977-19^6 yılları arasındaki 10 yıllık per- yotta, A.Ü.Tıp I? ak. Göz Hast. Kliniği Glokom Servisine başvurarak primer kongenital glokom ve.ya kongenital glokomla birlikte ola- oilen anomali ve sendromlaria ilgili tanılar alınış, olgular değerlendirilmiştir. Bu on yıllık sürede bahsedilen tanıyı al mış 338 olgu bulunmaktadır. Ancak değerlendi rme, davetimize uyarak kliniğimize gelen ve son durumları saptanan 122 olgu üze rinde yapılmıştır. Primer kongenital glokoalu olgularda antenatal-natal durum, ailevi özellikler, sosyo-ekonomik düzeyin etkisi, hastalığın be lirtileri, muayene bulguları, tedavi yöntemleri ve sonuçları araş tırılarak istatistiksel değerlendirme yapılmıştır. Kongenital glo komla birlikte olabilen anomali ve sendromlarda ise değişik sub gruplaraaki sendronlar kendi ar al arında yorumlanmıştır. îüm bulgular, klasik veriler ya da bu konuda yapılmış diğer araştırmaların sonuçlarıyla karşıla ; tınlara!:, moruna çözüm yol ları önerilmiştir.Item 1985-1990 yılları arasında kliniğimizde ameliyatla tedavi edilen larenks kanserli hastalarda elde edilen sonuçlar(Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı) DURSUN, Gürsel (Yazar)Item 1992-2002 yıllarında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalına başvuran adli psikiyatri olgularının değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı) YAĞMUR, Fatih (Yazar); HANCI, İsmail Hamit (Tez Danışmanı)Adli süreçlerde kişilerin ruhsal durumlarının incelenmesi adli psikiyatri çerçeve içerisinde ele alınmaktadır. Kişinin bir suç işlemesi ya da hukuksal bir işleme katılması söz konusu olduğunda bilinç, istenç, ayırt etme gücü ve hareket özgürlüğü açısından değerlendirme yapabilecek durumda olup olmadığının saptanması gerekmektedir. Bu bağlamda adli psikiyatri hukuk ile psikiyatrinin kesiştiği bir alan olmaktadır. Adli Psikiyatri, Adli Bilimlerin alt dalları içinde önemli bir yer tutar. Adli psikiyatrinin kendi içerisindeki alt başlıkları şu şekilde sıralayabiliriz: ceza ehliyeti, farik ve mümeyyizlik, cinsel istismar, hukuki ehliyet, cinsiyet değişikliği, madde bağımlılığı bulunup bulunmadığı. Bu çalışmamızda 1992-2002 yıllan arasında. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalına başvuran adli psikiyatri olguları tartışılmıştır. Bu süre içerisinde Adli Tıp Anabilim Dalı polikliniğine başvuran 4100 olgudan 300'ü (% 7.31) adli psikiyatri olgusu idi. ceza ehliyeti 11, cinsiyet değişikliği 55, cinsel istismar 36, hukuki ehliyeti 124, farik ve mümeyyizlik 74 olgu idi. Ceza ehliyeti için başvuranların %45.5 ile ilköğretim düzeyinde olduğu, %54.5'inin işsiz olduğu, Farik ve Mümeyyizlik için gelenlerin en yoğun yaş grubunun 14 olduğu ve en sık işlenen suçun hırsızlık olduğu, boşanma davalarında başvuran olguların nerdeyse tamamının boşanma öncesi psikiyatrik yardım almadıkları, cinsel istismar olgularında mağdurların en sık 11 yaş altı erkek çocukları olduğu, cinsiyet değişikliği için gelenlerin %100'ünün çocukluk döneminde karşı cinse benzemeye çalışma ve özentilerinin olduğu, cinsiyet değiştirme ameliyatından önce % 89.1' inin psikiyatrik yardım almadığı, dava ehliyeti için başvuran olguların % 3 3. 7' isi hakkında dava ehliyeti olmadığı yönünde karar verilmiş olup en sık senil demans ve kr. psikoz teşhisi konulduğu tespit edilmiştir. Cinsiyet değişikliği için müracaat eden olguların ameliyat geçirmeden önce bir süre (en az 2 yıl) psikiyatrik yardım almalarının ve ameliyatı bu süreç sonrası düşünmelerinin yararlı olacağı, çünkü tam teşhis konulmadan yapılan ameliyatlarda ileride adli ve tıbbi sorunlar yaşanacağı konusunun dikkate alınması, boşanma davalarında kişilerin bir psikiyatrdan yardım almadıkları, tarafların boşanma 91 davasına gerekçe olarak eşlerinde akıl hastalığı bulunduğu iddiasını öne sürdükleri tespit edilmiştir, özellikle cinsel istismar konusunda ailelerin erkek çocuklarına, kız çocuklarına gösterdikleri koruyucu tavrı sergilememelerinin ve kontrol altında tutmamalarının bu sonuçta etkili olduğunu düşünmekteyiz. İstismarı yapan kişilerin tamdık veya yakın çevreden kişiler olması dikkate değer bir sonuçtur.AbstractIn legal process, examination of the psychological situation of individuals is the concept of forensic psychiatry. When a crime is in question, the criminal must be evaluated if he has the criminal resposibility, competence, consciousness and willpower about his actions. In this point of view forensic psychiatry is an area where psychiatry and law intersects. Forensic psychiatry has an important place among all the forensic sciences. The subtitles of forensic psychiatry can be listed as follows; criminal responsibility, civil and criminal competence, civil responsibility, sexual abuse, gender exchange and substance dependence. In this study we discussed the forensic psychiatry cases that were resorted to Ankara university, faculty of medicine, department of forensic medicine between 1992 and 2002. Throughout that period from the total 4100 cases that were dealed in our department, 300 were about forensic psychiatry. Among them, 11 cases were about criminal responsibility, 55 cases were about gender exchange, 36 cases were about sexual abuse, 124 cases were about civil responsibility and 74 cases were about ability of realization and distinction. Within the criminal responsibility cases 45,5% of the criminals were in the age of primary school and 54,5% of the criminals were unemployed. In the ability of realization and distinction cases most of the applicants were 14 years old on average and they were accused for theft. In the divorce cases non of the applicants tried to get professional support from a psychiatrist. Within the sexual abuse cases, the applicants were mostly 11 years male children. In gender exchange cases 89.1% of operated individuals did not get psychiatric therapy. All among the civil responsibility cases 33.7% were concluded as negative for civil responsibility. Finally from that statistical results we evaluated that, for gender exchange, it is really important to get professional psychiatric support before deciding to have an operation because if the diagnosis is not accurate before the operation it is likely to have some legal problems afterwards. The importance of professional psychiatric help in divorce cases is also essential, cause usually in that cases partners claim that 93 their counterpart has a psychiatric handicap. Male children are more likely to involve to sexual abusement cases, because families are more careful to protect their daugters. It must be also taken into consideration that the abusers are usually acquaintances.Item 1996-2020 yılları arasında allojenik kit yapılan pediyatrik hastalarda görülen nörolojik komplikasyonların değerlendirilmesi(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Küçük, Zeynep Erva; Teber Tıraş, Serap; Çocuk Sağlığı ve HastalıklarıÇalışmamız ile ülkemizde KİT uygulanan öncü merkezlerden olan AÜTF Pediyatrik KİT Ünitesi'nde, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı tarafından yapılan allojenik nakillere bağlı gelişen nörolojik komplikasyonlar ve bunların ilişkili olabileceği nedenleri belirlemeyi istedik. Gereç ve Yöntem: Aralık 1996-Ocak 2020 yılları arasında Çocuk Hematoloji Bilim Dalı tarafından uygulanan ve izlem süresi en az 1 yıl olan allojenik nakiller hasta dosyaları ve hastane sistemi üzerinden retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Hastalarda NK sıklığı %15.8 olarak saptandı. NK görülen hastalarda en sık klinik bulgu %29.5 oranla nöbet olarak saptandı. NK görülme zamanı bakıldığında komplikasyonların %34.2'si, en sık evre 4'te gözlendi. NK ilişkili veriler incelendiğinde geç yaşta yapılan nakillerde, malign hastalıklar nedeniyle yapılan nakillerde, hazırlama rejimi olarak myeloablatif rejim kullanılan hastalarda, GVHH'si olan hasta grubunda NK daha sık geliştiği görüldü. NK geliştiren hastaların verileri incelendiğinde ise NK görülen hasta grubunda taburculuk süresinin daha uzun olduğu, taburculuk ve 1. yıl morbidite skorlarının daha yüksek olduğu ve mortalitenin bu grupta anlamlı ölçüde daha yüksek olduğu saptandı. Sonuç: Çalışma verileri incelendiğinde hastalarda NK gelişmesi ile KİT endikasyonunun malign hastalık olması, myeloablatif hazırlama rejimi uygulanması, GVHH varlığı, daha büyük yaşlarda nakil uygulanması arasında ilişki olabileceği saptandı. Gelişen NK nedeniyle hastaların morbiditelerinin önemli ölçüde etkilenebileceği, NK görülen grupta taburculuk sürelerinin daha uzun olduğu, mortalitenin daha yüksek olduğu görüldüItem 1997-2017 yılları arasında AÜTF Çocuk İmmünoloji-Allerji Bilim Dalı'nda ağır kombine immün yetmezlik tanısı alan olguların klinik ve immünolojik özelliklerinin değerlendirilmesi(Tıp Fakültesi, 2018) Bayram, Özlem; Doğu, Esin Figen; Çocuk Sağlığı ve HastalıklarıAğır kombine immün yetmezlik farklı genetik nedenlere bağlı T ve B lenfositlerin sayı ve fonksiyonlarında bozuklukla karakterize bir primer immün yetmezlik hastalığıdır. Tek küratif tedavi kök hücre naklidir ve hastalar nakil yapılmadığında ilk 2 yaşta enfeksiyonlardan kaybedilmektedir. Çalışmamızda 1997-2017 yılları arasında AÜTF Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı'a başvuran 68 AKİY tanılı olgunun klinik, immünolojik özellikleri ve hematopoetik kök hücre nakli sonrası izlemleri retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların semptomlarının ortanca 1 (0-6 ay) ayda başladığı, AKİY tanısını ortanca 3,35 (prenatal-15 ay) ayda aldığı, şikayetlerle tanı arasında geçen sürenin ortanca 2 (0-8,5 ay) ay olduğu belirlendi. Olguların %69,1'inde (n=47) eş akrabalığı vardı. Olguların immünolojik fenotipe göre değerlendirmesinde, T-B- fenotipin (%57,4), T-B+ fenotipe (%42,6) göre daha sık görüldüğü belirlendi. Hastaların en sık polikliniğe başvurma nedenleri tekrarlayan ve dirençli seyreden oral moniliazis (%72,1), akciğer enfeksiyonu (%77,9) ve ishal (%50) olarak izlendi. Hastaların 57'sine, bazılarına birden fazla sayıda olmak üzere toplam 82 HKHN yapıldı, nakil yapılmayan 11 hasta ise kaybedildi. Tam uygun donörden nakil yapılan hastaların ortanca nakil yaşı 4,95 ay, haploidentiklerin ise 5 ay idi. Hastaların 28 (%49,1) 'ine aile içi tam uyumlu donörden, 29 (%50,9)'una haploidentik donörden HKHN yapıldı. Tam uyumlu donörden HKHN yapılan olgularda sağkalım %92,9 olarak saptandı, haploidentik donörden yapılan nakillerde sağkalım %69 olarak bulundu (p<0,05). Hastaların 36 (%63,2)'sında birinci nakil sonrasında engrafman sağlanırken, 12 hastada tekrarlayan nakiller sonrasında engrafman sağlandı. Engrafman sağlanamayan 9 hastanın 8'i kaybedildi. Tam uygun donörlerden yapılan nakillerde lenfoid engrafman süresi haploidentik nakillere göre anlamlı olarak daha kısa saptandı (p<0,001). Nakil sonrası 4 (%7) hastada (bu hastalara haploidentik donörden hazırlama rejimi verilerek nakil yapıldı) hepatik veno okluziv hastalık (VOD) tespit edildi. 25 (%43,9) hastada BCG aşısına sekonder disseminasyon saptandı. HKHN sürecinde 31 (%54,4) hastada (15'ü tam uygun, 16'sı haploidentik) akut GVHH gelişti, bu hastaların birinde grade 3, birinde grade 4 düzeyinde idi. Toplam 6 hastada izlem sırasında kronik GVHH gelişti ve bu hastaların 4'üne mezenkimal kök hücre infüzyonu yapıldı. Hastaların 25 (%43,9)'inde nakil öncesinde ve/veya sonrasında CMV enfeksiyonu mevcut idi. HKHN sonrası toplam 57 hastanın 46 (%80,7)'sı yaşıyorken, 11 (%19,3) hasta (2'si tam uygun, 9'u haploidentik) kaybedildi. Nakil öncesinde aktif enfeksiyonu olan hastalarda (n=43) sağkalım %74,4 saptandı. Nakil öncesinde enfeksiyonu olmayan ya da enfeksiyonu olan ancak tedavi edilen hastalarda (n=14) ise sağkalım %100 olarak izlendi. Nakil öncesi enfeksiyon durumunun sağkalım üzerine önemli etkisi olduğu saptandı (p<0,05). Nakil öncesi akciğer enfeksiyonu olan ya da yoğun bakım ünitesi gereksinimi olan hastaların sağkalımlarında anlamlı farklılık bulunmazken mekanik ventilatör gereksinimi olan ve organ hasarı olan hastaların sağkalım oranları belirgin düşük idi (p<0,05). CMV antijenemisi, hazırlama rejimi verilmesi, BCG aşısı ve BCG disseminasyonu varlığının ölüm oranı üzerine anlamlı bir farklılık göstermediği tespit edildi. Sonuç olarak; HKHN ağır kombine immün yetmezlik hastalarında tam uyumlu donör yokluğunda bile hayat kurtarıcı tedavidir. Ağır kombine immün yetmezliğin ulusal yenidoğan tarama programına alınması hastalığın gerçek sıklığının belirlenmesine olanak sağlayacak ve bu hastalara erken tanı ve yaşam şansı sunacaktır.Item 2 CM'den küçük böbrek taşlarının tedavisinde retrograd intrarenal cerrahi ve mikro perkütan tekniklerinin karşılaştırılması(Tıp Fakültesi, 2015) HACİYEV, PARVİZ; MUT ŞAFAK, SIDDIK; ÜrolojiAMAÇ: Bu çalışmada, 2 cm'den küçük böbrek taşları için retrograd intrarenal cerrahinin (RİRS) güvenilirliğinin ve etkinliğinin değerlendirilmesi ve sonuçlarının mikroperkütan nefrolitotomi ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇ: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Kliniği'nde Aralık 2010 - Ocak 2015 tarihleri arasında mikroperkütan nefrolitotomi operasyonu olan 15 (10 erkek, 5 kadın) ile RİRS yapılan 140 (81 erkek ve 59 bayan) toplamda 155 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. BULGULAR: Ortalama operasyon süresi RİRS yapılan hasta grubunda 88,2±22,7 dakika iken Mikroperkütan yapılan hasta grubunda 62,3±16,7 dakika olarak bulundu (p < 0,05). Ortalama hastanede kalış süresi RİRS yapılan hasta grubunda anlamlı olarak daha kısa bulundu (RIRS ve Mikroperkütan gruplarında sırası ile 1.2±0.5'e karşı 2.4±0.9 gün, p<0,05). İlk girişim sonrası taşsızlık oranı sırası ile RİRS grubunda %79.3 (111/140) iken Mikroperkütan grubunda 73.3% (11/15) bulunurken, RİRS grubunda ikinci girişim sonrası taşsızlık oranı %94.2 olarak bulundu. Major komplikasyonlar her iki grupda izlenmez iken, RİRS grubunda %8.5 oranında minör komplikasyonlar izlendi. SONUÇ: Retrograd intrarenal cerrahi ve mikroperkütan nefrolitotomi son yıllarda giderek artan derecede popülarite kazanmakta olan tedavi yöntemleridir. Bu tedavi yöntemleri ile düşük komplikasyon ve yüksek başarı oranı elde edilebilmektedir. Mikroperk sırasında sağlanan direkt görüş, iğnenin hedef noktaya ulaştırılması sırasında büyük avantaj sağlamakta ve giriş sırasında oluşabilecek komplikasyonları (kanama, perforasyon vb.) minimal düzeye indirmektedir. Bu işlemin önemli dezavantajlarından birisi taş çıkarma şansının olmamasıdır. Hangi tedavi türünün seçileceği konusunda teknik imkanların, hasta tercihinin, hekimin tecrübesi ve tercihinin önemli olduğunu düşünmekteyiz. Taş yükü fazla olmayan (<2 cm); alt kaliks taşlarında, çocuk hastalarda ve anomalili böbreklerde (ektopik böbrek, atnalı böbrek vb.) mikroperkütan nefrolitotomi yönteminin tercih edilebileceğini söyleyebilirizItem 2-12 yaş arası çocuk hastalarda truview laringoskop ile macintosh laringoskopun entübasyon zorluk skoru, entübasyon süresi ve entübasyon kalitesi üzerine etkilerinin karşılaştırılması(Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı) ALANOĞLU, Zekeriyya (Tez Danışmanı); KARACA, Nihal (Yazar)Giriş: Pediatrik anestezide morbiditenin en sık nedeni yeterli oksijenizasyonun sağlanamamasıdır. Çocukların havayollarındaki sorunlar bunun ana nedenini oluşturur. Çocuklarda güvenli havayolu yönetimi esas olarak bölgenin anatomi ve fizyolojisinin iyi bilinmesine ve bunların laringoskopi ve ventilasyon gibi hava yolu sağlayan girişimlerin seçiminde etkilerinin anlaşılmasına bağlıdır. Çocuklarda endotrakeal entübasyon için genellikle Miller ve Macintosh laringoskoplar kullanılmaktadır. Truview laringoskop ise doğrudan bir görüş hattı olmadan, oral kavite, farinks ve larinks eksenlerinin aynı hizaya getirilmeden, daha az uygulanan düşey kuvvet ile daha iyi larengeal görünüm sağlayan, çocuklar için yeni geliştirilen ve gelecek vadeden bir optik laringoskoptur.Bu çalışmada Truview laringoskop ile Macintosh laringoskopun entübasyon zorluk skoru, entübasyon süresi ve entübasyon kalitesi üzerine etkilerini karşılaştırmayı amaçladık.Metot: Bu araştırma Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu ve ebeveyn izni alındıktan sonra Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı'nda çocuk cerrahisi ameliyathanelerinde Eylül 2011-Şubat 2012 tarihleri arasında elektif cerrahi planlanan 2-12 yaş arası, ASA I-II, 100 pediatrik hastada prospektif olarak gerçekleştirildi. Hastalar kapalı zarf yöntemiyle 1. Grup Macintosh laringoskop (Grup:M) (n=50), 2. Grup Truview EVO2 laringoskop (Grup:T) (n=50) olacak şekilde randomize edildi. Rutin monitörizasyonu ve anestezi indüksiyonunu takiben hastalar Macintosh veya Truview laringoskop ile entübe edildi. Anestezi süresince hastaların hemodinamik parametreleri kaydedildi. Hastaların entübasyon süreleri, entübasyon kalite skorları ve entübasyon zorluk skorları kaydedildi. Hastalar postoperatif havayolu komplikasyonları açısından takip edildi.Bulgular: Hastaların yaş ortalaması Truview grubunda daha büyük bulundu (p=0,047). Diğer demografik veriler her iki grupta benzerdi. Truview laringoskopun Macintosh laringoskopa göre Cormack Lehane skoru ile değerlendirilen glottik görünümünün daha iyi olduğu (p<0,001); fakat en iyi görüntü elde etme süresi ve entübasyon süresinin daha uzun olduğu (p<0,001) bulundu. Truview laringoskopun entübasyon kalitesi Macintosh laringoskopa göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p=0,022). Truview laringoskop ile Macintosh laringoskopun entübasyon zorluk skorları arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Entübasyon kolaylığını değerlendiren VAS değerleri açısından iki grup arasında anlamlı bir fark gözlenmedi (p>0,05). Truview grubunda bazal kalp hızına göre entübasyon sonrası kalp hızındaki artış anlamlı olarak daha fazla bulundu (p=0,013). Her iki grupta entübasyon öncesi ve sonrası ortalama arter basıncındaki değişiklik benzer bulundu (p>0,05). Truview ile yapılan entübasyonlarda Macintosh grubuna göre daha az komplikasyonla karşılaşıldı.Sonuç: Truview laringoskop pediatrik hastalarda daha iyi glottik görünüm sağlaması, entübasyon kalitesinin daha iyi olması, postoperatif hava yolu komplikasyonlarının daha az olması nedeniyle Macintosh laringoskopa alternatif, değerli bir araçtır.Abstract Introduction: The most common cause of morbidity in pediatric anesthesia is inadequate oxygenization. The main reasons are airway problems in the children. The main anesthesic management in pediatric anesthesia is to know the correct anatomy and physiology of the airway and to choose the right technique like laringoscopy or ventilation. For endotracheal entubation in children mostly Miller and Macintosh blades have been used. On the other hand Truview EVO2 laringoscopes can maintain a better laryngeal view without having a direct sight of the airway and without having to align oral, pharyngeal, and tracheal axes.The aim of this study is to compare the Truview EVO2 laryngoscope and Macintosh laryngoscope in terms of intubation difficulty score, time to intubation and intubation quality score.Methods: This research was made after Ankara University Faculty of Medicine Ethics Commision and parents permission were taken. The participants were chosen amongst September 2011- February 2012, between 2-12 age, ASA I-II, 100 pediatric patients in pediatric surgery department to whom elective surgery was planned. The patients were enrolled and randomised into 2 groups. The first group was Macintosh Laryngoscope (Group: M) (n=50) and the second group was Truview EVO2 laringoscope (Group: T) (n=50). After monitorisation and induction of anesthesia the patients were intubated with Macintosh or Truview EVO2 laryngoscopes. During the anesthesia the patients?hemodynamic parameters were recorded. The intubation time, intubation quality score and intubation difficulty scores were also recorded. The patients were observed for postoperative airway complications.Results: The mean of the age in the Truview group was found older (p=0,047). Other demographic datas were similar in each group (p>0,05). The Truview laryngoscope overall provided a statistically significant better view of the glottis as scored by the Cormack and Lehane grade in comparision to Macintosh blade (p<0,001). However, the average time taken for tracheal intubation and the time to best view using the Truview laryngoscope were longer (p<0,001). The intubation quality of Truview Laringoscope was better than the Macintosh laringoscope (p=0,022). There was no difference between the intubation difficulty scores in each group (p>0,05). There was also no difference between VAS values in each group (p>0,05). The HR change (difference before and after intubation) in group M was significantly lower than that in group T (p=0,013). However, the MAP change was similar between groups (p>0,05). There was less complications encountered in Truview group.Conclusion: Truview EVO2 laryngoscope is an alternative method to Macintosh laringoscopy in the terms of maintaining a good glottic sight, better intubation quality and less airway complications in pediatric anesthesia.Item 2-12 yaş arası çocuk hastalarda truview laringoskop ile macintosh laringoskopun entübasyon zorluk skoru, entübasyon süresi ve entübasyon kalitesi üzerine etkilerinin karşılaştırılması(Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı) KARACA, Nihal (Yazar); ALANOĞLU, Zekeriyya (Tez Danışmanı)Giriş: Pediatrik anestezide morbiditenin en sık nedeni yeterli oksijenizasyonun sağlanamamasıdır. Çocukların havayollarındaki sorunlar bunun ana nedenini oluşturur. Çocuklarda güvenli havayolu yönetimi esas olarak bölgenin anatomi ve fizyolojisinin iyi bilinmesine ve bunların laringoskopi ve ventilasyon gibi hava yolu sağlayan girişimlerin seçiminde etkilerinin anlaşılmasına bağlıdır. Çocuklarda endotrakeal entübasyon için genellikle Miller ve Macintosh laringoskoplar kullanılmaktadır. Truview laringoskop ise doğrudan bir görüş hattı olmadan, oral kavite, farinks ve larinks eksenlerinin aynı hizaya getirilmeden, daha az uygulanan düşey kuvvet ile daha iyi larengeal görünüm sağlayan, çocuklar için yeni geliştirilen ve gelecek vadeden bir optik laringoskoptur. Bu çalışmada Truview laringoskop ile Macintosh laringoskopun entübasyon zorluk skoru, entübasyon süresi ve entübasyon kalitesi üzerine etkilerini karşılaştırmayı amaçladık. Metot: Bu araştırma Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu ve ebeveyn izni alındıktan sonra Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı'nda çocuk cerrahisi ameliyathanelerinde Eylül 2011-Şubat 2012 tarihleri arasında elektif cerrahi planlanan 2-12 yaş arası, ASA I-II, 100 pediatrik hastada prospektif olarak gerçekleştirildi. Hastalar kapalı zarf yöntemiyle 1. Grup Macintosh laringoskop (Grup:M) (n=50), 2. Grup Truview EVO2 laringoskop (Grup:T) (n=50) olacak şekilde randomize edildi. Rutin monitörizasyonu ve anestezi indüksiyonunu takiben hastalar Macintosh veya Truview laringoskop ile entübe edildi. Anestezi süresince hastaların hemodinamik parametreleri kaydedildi. Hastaların entübasyon süreleri, entübasyon kalite skorları ve entübasyon zorluk skorları kaydedildi. Hastalar postoperatif havayolu komplikasyonları açısından takip edildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması Truview grubunda daha büyük bulundu (p=0,047). Diğer demografik veriler her iki grupta benzerdi. Truview laringoskopun Macintosh laringoskopa göre Cormack Lehane skoru ile değerlendirilen glottik görünümünün daha iyi olduğu (p<0,001); fakat en iyi görüntü elde etme süresi ve entübasyon süresinin daha uzun olduğu (p<0,001) bulundu. Truview laringoskopun entübasyon kalitesi Macintosh laringoskopa göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p=0,022). Truview laringoskop ile Macintosh laringoskopun entübasyon zorluk skorları arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Entübasyon kolaylığını değerlendiren VAS değerleri açısından iki grup arasında anlamlı bir fark gözlenmedi (p>0,05). Truview grubunda bazal kalp hızına göre entübasyon sonrası kalp hızındaki artış anlamlı olarak daha fazla bulundu (p=0,013). Her iki grupta entübasyon öncesi ve sonrası ortalama arter basıncındaki değişiklik benzer bulundu (p>0,05). Truview ile yapılan entübasyonlarda Macintosh grubuna göre daha az komplikasyonla karşılaşıldı. Sonuç: Truview laringoskop pediatrik hastalarda daha iyi glottik görünüm sağlaması, entübasyon kalitesinin daha iyi olması, postoperatif hava yolu komplikasyonlarının daha az olması nedeniyle Macintosh laringoskopa alternatif, değerli bir araçtır.AbstractIntroduction: The most common cause of morbidity in pediatric anesthesia is inadequate oxygenization. The main reasons are airway problems in the children. The main anesthesic management in pediatric anesthesia is to know the correct anatomy and physiology of the airway and to choose the right technique like laringoscopy or ventilation. For endotracheal entubation in children mostly Miller and Macintosh blades have been used. On the other hand Truview EVO2 laringoscopes can maintain a better laryngeal view without having a direct sight of the airway and without having to align oral, pharyngeal, and tracheal axes. The aim of this study is to compare the Truview EVO2 laryngoscope and Macintosh laryngoscope in terms of intubation difficulty score, time to intubation and intubation quality score. Methods: This research was made after Ankara University Faculty of Medicine Ethics Commision and parents permission were taken. The participants were chosen amongst September 2011- February 2012, between 2-12 age, ASA I-II, 100 pediatric patients in pediatric surgery department to whom elective surgery was planned. The patients were enrolled and randomised into 2 groups. The first group was Macintosh Laryngoscope (Group: M) (n=50) and the second group was Truview EVO2 laringoscope (Group: T) (n=50). After monitorisation and induction of anesthesia the patients were intubated with Macintosh or Truview EVO2 laryngoscopes. During the anesthesia the patients?hemodynamic parameters were recorded. The intubation time, intubation quality score and intubation difficulty scores were also recorded. The patients were observed for postoperative airway complications. Results: The mean of the age in the Truview group was found older (p=0,047). Other demographic datas were similar in each group (p>0,05). The Truview laryngoscope overall provided a statistically significant better view of the glottis as scored by the Cormack and Lehane grade in comparision to Macintosh blade (p<0,001). However, the average time taken for tracheal intubation and the time to best view using the Truview laryngoscope were longer (p<0,001). The intubation quality of Truview Laringoscope was better than the Macintosh laringoscope (p=0,022). There was no difference between the intubation difficulty scores in each group (p>0,05). There was also no difference between VAS values in each group (p>0,05). The HR change (difference before and after intubation) in group M was significantly lower than that in group T (p=0,013). However, the MAP change was similar between groups (p>0,05). There was less complications encountered in Truview group. Conclusion: Truview EVO2 laryngoscope is an alternative method to Macintosh laringoscopy in the terms of maintaining a good glottic sight, better intubation quality and less airway complications in pediatric anesthesia.Item 20 yaş dişi operasyonu ile ilgili bilgi ve tecrübenin preoperatif ve postoperatif dönemde hastanın anksiyete düzeyine etkisinin değerlendirilmesi(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Sancak, Kevser; Akal, Ümit Kıymet; Diş Hekimliğiİnsan karşılaştığı birçok etkene karşı anksiyete reaksiyonu geliştirebilir. Diş hekimliği uygulamaları da hala anksiyete reaksiyonlarının gelişmesindeki etkenlerden birisidir. Diş tedavisi nedeniyle gelişen genel korku ve endişe duygusu "dental anksiyete" olarak ifade edilir. Dental anksiyete hastaların diş tedavilerini yaptırmasını engellemekte, hatta diş hekiminden randevu almasını bile engellemektedir. Özellikle gömülü 20 yaş dişinin çekimi hastalar için büyük korku haline gelebilmektedir. Cerrahi işlemlerin hasta kaygısını arttırdığına dair birçok bilimsel kanıt vardır. Çene cerrahisi için bu durumu pekiştiren iki ana unsur; işlemin nasıl olacağını bilmemek ve tedavinin ameliyathane ortamında yapılması gerektiğini öğrenmektir. Bilgilendirmenin sözel ve yazılı yapılabilmesi nedeniyle, hastalardaki kaygı düzeyi çok değişken sonuçlar verebilmektedir. Bu durum gömülü 20 yaş dişlerinin çekiminde dental anksiyete konusunun araştırılması gerektiğini göstermektedir. Bu çalışmanın amacı Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Anabilim Dalı'na gömülü alt 20 yaş dişini çektirmek isteyen hastalara yapılan sözlü ve yazılı bilgilendirmenin ve hastaların daha önceki cerrahi tecrübesinin hastanın preoperatif ve postoperatif dönemde anksiyetesi üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesidir. Çalışmada, toplam 66 hasta 3 gruba ayrılarak hastalara anksiyetelerini değerlendirmek için preoperatif ve postoperatif olarak STAI-I, STAI-II, MDAS, DFS anketleri ve VAS skalası uygulanmıştır. İlk grup yazılı bilgilendirme formu okutulan hasta, ikinci grup sözel olarak bilgilendirilen hasta ve 3. Grup daha önce 20 yaş dişi çektirmiş olan tecrübeli gruptur. Çalışmanın sonuçları göstermektedir ki; - Preoperatif olarak anksiyete seviyesinde 3 grup arasında hiçbir fark bulunamamıştır, Genel olarak hastalarda bütün anket sonuçlarında anksiyete seviyeleri birbiri ile benzerdir, fakat tecrübesi olan grubun anksiyete puanları daha düşük bulunmuştur. - Postoperatif alarak görsel olarak bilgiledirilen grupta anksiyete düzeyinde anlamlı olarak düşüş olmuştur. - Hastaların anksiyete seviyelerini belirlemede birden çok anket tercih edilmelidir.Item 2000- 2011 yılları arasında kliniğmizde tedavi edilen parotis bezi malign neoplazmlı hastalarda elde ettiğimiz sonuçlarımız(Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı) BALCIOĞLU, Mustafa (Yazar); AKTÜRK, Tevfik (Tez Danışmanı)Bu çalışmada Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalında 2000?2011 tarihleri arasında parotis malign tümörü nedeniyle cerrahi uygulanan 69 hastanın bulguları retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların yaşı, cinsiyeti, tümörün lokalizasyonu, patolojilerin insidansı, ince iğne aspirasyon biyopsisi ve donmuş doku biyopsisi patoloji sonuçları, uygulanan cerrahi yöntemler, karşılaşılan cerrahi komplikasyonlar, tümör boyutları, lenfnodu tutulumları, tümör evresi, patolojik cerrahi sınır devamlılığı geriye dönük araştırılmıştır. Çalışmaya alınan 69 hastanın yaş ortalaması 53.1 (±18.7) olup, yaşları 7 ile 85 yaş arasında değişmekteydi. Hastaların 46'sı erkek (%67), 23' ü kadındı (%33). Vakaların takip süresi ortalama 38 (±28) aydı ve 4 ile 120 ay arası değişmekteydi. Çalışmaya alınan hastaların tümünde detaylı bir anamnez alınmış ve kulak burun boğaz bakısı yapılmıştır. Ayrıca hastalara parotis USG, MRG, BT, PET ve rutin preoperatif protokola uygun genel tetkikler yapılmıştır, 69 hastadan 57 hastaya preoperatif sitolojik değerlendirme amacı ile İİAB yapılmıştır. İİAB uygulanan vakalarda tanısal doğruluk orani % 63,2 olarak bulunmuştur. Vakalarımızdaki tümörlerin 35'i (%55,1) superfisiyal lob, 25'i (%36,2) superfisiyal ve derin lob, 5'i (%7,2) derin lob, 1'i (%1,4) parafarengeal bölge yerleşimli olarak saptanmıştır Çalışmamızda operasyon sırasında 38 hastada (vakaların %55,4' ünde) donmuş doku biyopsisi çalışıldı. 35 vakada (%92,1) gerçek pozitiflik tespit edildi. Postoperatif histopatolojik inceleme sonuçlarına göre en sık rastladığımız malign parotis tümörü 21 vaka ile (%30.4) Mukoepidermoid karsinom olmuştur. İkinci sırada en sık görülen malign parotis tümörü 9 vaka ile (%13) adenoid kistik karsinom oldu. Çalışmamızda hastaların 5 yıllık survveyi i%65,1 olarak bulunmuştur. Parotiste tümöründen şüphesi ile cerrahi planlanan 69 hastanın 29'una ilk operasyonda total parotidektomi, 21'ine süperfisiyal parotidektomi, 11'ine parotisten kitle eksizyonu, 8'ine radikal parotidektomi operasyonu uygulanmıştır. 35 hastaya (%50,7) ilk operasyonda parotidektomiye ek olarak seviye 1,2,3 boyun disseksiyonu yapıldı. Takiplerde 14 hastanın (%20) nüks ettiği tespit edildi. Nüks eden vakaların %64'ü evre 4a olarak sınıflandı. %72'si yüksek dereceli malign tükürük bezi sınıfından, %57'si T3 tümör büyüklüğünde, %36'sı N2a ve %36'sıda N2b lenf nodu invazyonu mevcuttu. %57 vakanın patoloji spesmeninde cerrahi sınır pozitifliği, % 50 vakada perinöral ve lenfovasküler invazyon mevcuttu. %72 vakaya boyun disseksiyonu yapılmıştı. %50 hastaya ameliyat sonrası radyoterapi tedavisi verilmişti. Nüks eden vakaların ortalama yaşı 56 bulundu. Toplamda 9 vakada (%13) uzak organ metastazı saptandı. İlk cerrahiden sonra en sık karşılaşılan postoperatif komplikasyon %17 ile fasiyal parezi olup, bunu sırasıyla, fasiyal paralizi (%10) ve tükürük fistülü (%3) takip etmektedir.Abstract The findings of 69 patient sapplied surgical treatment due to parotid malignant tumours at theDepartment of Otorhinolaryngolocy of the Faculty of Medicine in University of Ankara during the years 2000-2011, have been retrospectively analyzed in this study. In this context, age and gender of the patients; tumour localization; incidence of pathologies; fine-needle aspiration biopsy (FNAB) and frozen section pathological results; applied surgical methods; surgical complications encountered; tumour sizes; lymphnode involvements; tumour phases; and continuity of pathological surgical margins have been retrospectively analyzed. 69 of the patients included within the study had an average age of 53.1 (± 18.7) and their ages have varied between 7 and 85. 46 (67%) of the patients were male; while 23 (33%) were female. Average follow-upperiod was 38 (±28) months and has varied between ve 4 and 120 months. A detailed anamnesis was taken from the patients and an otorhinolaryngological consultation was obtained. Furthermore, patients were subjected to a general examination conformant with parotid USG, MRG, BT, PET and routine preoperative protocol. FNAB has been applied to 57 of 69 patients for the purpose of preoperative cytological assessment. Diagnostic accuracy rate was 63.2% in FNAB-appliedcases. 35 (55.1%) of the tumours in our cases were superficial lobe; 25 (36.2%) were superficial and deep lobe; whereas 5 (7.2%) were deep lobe and 1 (1.4%) was in parapharengeal space. In this study, 38 patients (55.4% of the cases) were subjected to frozen section pathology during operation. 35 cases (92.1%) were true positive. According to the results of postoperative histopathological analysis, the most frequently seen malign parotid tumour was the mucoepidermoid carcinoma observed in 21 cases (30.4%). It was followed by the adenoid cycticcarcinoma observed in 9 cases (13%). 5-year survival rate of the patients was 65.1 % in this study. 29 of the 69 patients, for whom a surgery was planned on suspicion of parotid tumours, were subjected to total parotidectomy at the first operation; while 21 of these patients were subjected to superficial parotidectomy; 11 were subjected to excision of parotid mass; while there maining 8 were subjected toradical parotidectomy operation. On the otherhand, in addition to parotidectomy, neck dissection levels I, II, III were applied to 35 patients (50.7%) during the first operation. In the follow-ups, recurrence was reported in 14 patients (20%). 64% of the recurrent cases was classified as stage 4a. 72% was classified as high-degree malignant salivary glands; 57% had a T3tumour size; and N2a and N2b lymphnode invasion was detected in 36% and 36% of the cases respectively. Surgical magrin was positive in the pathological specimens of 57% of the cases; while perineural and lymphovascular invasion was detected in 50% of the cases. Neck dissection was applied to 72% of the cases. Postoperative radiotherapeutic treatment was given to 50% of the cases. Averageage of there current cases was identified as 56. Distant organ metastasis was detected in totally 9 cases (13%). The most frequent postoperative complication encountered following the first surgical operation was facial pares is with a rate of 17%. This was followed by facial paralysis (10%) and salivary fistula (3%).