Cilt:58 Sayı:01 (2018)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Cilt:58 Sayı:01 (2018) by Title
Now showing 1 - 20 of 54
Results Per Page
Sort Options
Item 1913 Tarihli İdare-i Hususiye-i Vilâyât Talimâtnâmesine Göre Vilâyet Bütçelerinin Yasalaşması(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Torun, Sadık Fatih; Tarih; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiTanzimat Fermanın ilânı mali ve idari merkeziyetçi politikaları temel alan bir yönetim anlayışını beraberinde getirmiştir. Bu kapsamda merkezi yönetimde maliye nezaretinin kurulması, taşrada ise iltizam usulünün kaldırılarak vergilerin herkesin gelirine göre alınması yönündeki karar neticesinde her sancağa muhassılların görevlendirilmesi mali yapının dönüşümünü hızlandırarak gelir ve giderlerin daha sistemli tutulmasını gerekli kılmıştır. Bu nedenle gerek merkezde gerekse vilâyetlerde günümüz bütçelerine benzer bütçe kanunları hazırlanmaya başlamıştır. Ancak 1913 yılına kadar vilâyetlerde hazırlanan bütçelerin mali özerkliği bulunmamaktaydı. Bu tarihte yürürlüğe giren vilâyet kanununun vilâyetlere tanıdığı mali özerklik neticesinde merkezi bütçeden bağımsız vilâyet bütçeleri hazırlanmıştır. 1913 yılında yürürlüğe konulan elli maddelik bir talimatla bu bütçelerin nasıl kanunlaşacağı, gelir ve giderlerin nasıl yönetileceği, bütçe kesin hesabının ne şekilde oluşturulacağı ve bütün bu mali işlemlerden sorumlu muhasebe müdürünün görev tanımları açıklanmıştır. Bu talimat vilâyet bütçeleriyle ilgili yapılan çalışmalarda bugüne kadar yer almamaktadır. Makale konudaki boşluğu gidererek alana katkıda bulunmayı hedeflemektedir.Item 1926 tarihli medenî kanun’un kabulünden sonra çokeşli ailelerde görülen bazı hukukî problemler (Rize örneği)(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Arıkan, Mustafa; Other; Other1926 yılında yürürlüğe giren Türk Medenî Kanunu, Türk hukuk tarihinde çok büyük bir değişimi ifade etmektedir. Bu tarihe kadar tamamen şer’î hukuka dayanan Türk medenî hukuku, artık laik bir hüviyete bürünmüştür. Bu durum, eski hukuk normları çerçevesinde oluşmuş toplumsal pratiklerle, yeni hukukun inşa etmeye çalıştığı düzen arasında birtakım tezatlar ortaya çıkarmıştır. Eski hukuka göre meşru olan çok eşliliğin yeni kanunla birlikte yasaklanması, bu tezatlardan biri olarak zikredilebilir. Mesela 1926’dan önce iki ya da daha fazla sayıda kadınla evlenilerek oluşturulmuş bir ailenin durumunun ne olacağı önemli bir problemdir. Bu ve benzeri problemlerin hâlli için Medenî Kanun’un kabulünden sonra bir de bu kanunun tatbikine ilişkin kanun çıkarılmış ve eski usûlde yapılan evliliklerin aynen geçerli olduğu kabul edilmiştir. Böylelikle eskiden gelen çok eşli aile yapısı, yeni hukuka geçiş sürecinde kanunî bir zemine oturmuştur. Ancak hayatın tabiî akışı içinde bu tip ailelerde yaşanan problemler, yeni hukuku tatbik eden mahkemelere intikal etmekten geri durmamıştır. Bu çalışma, 1926’da kabul edilen Türk Medenî Kanunu’ndan sonra, çok eşliliğin olduğu ailelerde görülen birtakım hukukî problemlere, hukuk tarihi araştırmalarında hiç kullanılmamış bir kaynak olan adliye arşivinde tespit edilen örnekler üzerinden işaret etmeyi amaçlamaktadır. Çalışmanın bir gayesi de, yakın döneme ait sosyal tarihimizin yazımında kaynak olarak kullanılabilecek adliye arşivlerinin önemini ortaya koyabilmektir.Item A deleuzean approach to contemporary Fıctıon: some questıons(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Antakyalıoğlu, Zekiye; Other; OtherDeleuze edebi eserlere, özellikle romanlara kavramsal olarak yaklaşır. Onun için gerçek edebiyat olma ölçütü, bir eserin metinselliğiyle veya tarihselliğiyle değil onun canlılığı, yaşamsal anlamıyla ilişkilidir. Ona göre sanat, felsefeden daha az düşünmez, sadece düşünceyi algılanım ve duygulanımlarla iletir. Her edebi eser bir yaşam tarzını, yaşama biçimini niteler ve bu yüzden sadece eleştirel olarak değil, klinik olarak da incelenmelidir. Bu anlamıyla edebiyat bir sağlık işidir. Yazın olarak, edebiyat olarak sağlık şu anda var olmayan insanları üretir. Edebiyatın da en önemli amacı tüm karmaşanın içinde sağlığın yaratımını, olmayan insanın üretimini, yeni yaşam olanaklarını özgür kılmaktır. Çağdaş roman, postmodern romandan farklı bir biçimde şekillenmektedir. Çağdaş romanın hassasiyetleri ve endişeleri yeni milenyuma göredir ve bir bakıma Deleuze’ün edebi görüşleriyle uyum içindedir. Deleuze’ü anlamak, bu noktada, çağdaş edebiyatta gördüğümüz tavır, hassasiyet, endişe ve ton değişimlerini araştırırken gerekli olabilir. Bu makale, çağdaş roman adını verdiğimiz eserlerin anlam ve işlevlerinin Deleuze’ün bakış açısıyla anlaşılıp anlaşılamayacağı, çağdaş romana Deleuzyen bir tavırla yaklaşılıp yaklaşılamayacağı ve bu deneyimin çağdaş romanı anlamlandırmada ne gibi katkıları olacağı üzerinedir.Item A psychologıcal autopsy of hester Swane ın Marına Carr's by the bog of cats...(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Özbey, Kübra Vural; Other; OtherMarina Carr (1964- ), a prominent contemporary Irish playwright, draws attention by pointing out the different experiences of women in her plays. Her Midlands trilogy, namely The Mai (1994), Portia Coughlan (1996) and By the Bog of Cats... (1998), is at the heart of her career since her unconventional mother portraits endowed with aggression and violence at different degrees in each play create a tremendous impression on the Irish reader/audience. The last play of Carr's Midlands trilogy, By the Bog of Cats..., is also of success as it reaches more audience, exceeding the borders of Ireland. While this play denies the myth of perfect motherhood in the portrait of Hester Swane, Carr puts forward the individual troubles and desires of her mother character and confounds her reader/audience with Hester's different shades of violence. This mother nds herself in trouble after her daughter's father leaves her and decides to marry another woman. Waiting for her own mother who left her when she was seven and promised her to return to the bog of the Midlands, Hester does not want to depart from her land and separate from her daughter. This leads her to violence in different degrees in that she even murders her daughter and commits suicide. This paper sets out to analyse what lurks behind Hester's violence and particularly her suicide and highlight the protagonist's self-destruction in the context of psychological autopsy which refers to the process of examining one's death in relation to the person's problems, feelings and thoughts before the death.Item A rhetorıcal narratologıcal approach to the treatment of crıme and crımınals ın great expectatıons(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Nazli, Elzem; Other; OtherBu çalışma, Charles Dickens’ın Büyük Umutlar (1861) romanında suç konusuna ve suçlu karakterlere odaklanarak romanın retorik-odaklı anlatıbilimsel bir incelemesini yapmayı amaçlar. Romanının okuyucu için bir suç ve suçlu anatomisi çizdiğine dikkat çeken birçok çalışma olmuştur, fakat romanın suçlu karakterlere farklı yaklaşımı ve bunun okuyucu üzerindeki olası etkileri pek fazla anlatıbilimsel bir dikkat çekmemiştir. Yasa önünde hepsi suçlu olarak nitelense de, Magwitch, Compeyson ve Molly karakterleri metinde farklı şekillerde konumlandırılmıştır. Eser, Magwitch karakterine yönelik okuyucuyu gerçek bir duygudaşlık hissine teşvik ederken, Compeyson’a karşı dinmeyen bir nefret duygusu, Molly’ye ise mutlak bir kayıtsızlık hissi uyandırır. Bu makalenin öne sürdüğü iddia, sosyal olarak kenara itilmiş bir karakter olan Magwitch’e yönelik sempatik tutumu ile yargı sistemindeki eşitsizliklere okurun dikkatini çekmeyi amaçlayan bu romanın yine de suç konusunda beklentileri ters yüz eden radikal bir yaklaşım öneremediği şeklindedir. Bunun nedenleri şöyle ifade edilebilir: ilk olarak, bir Oluşum romanı örneği olarak bu eser, bireyin topluma uyum sağlaması ile sonuçlanan ve eğitim sürecine vurgu yapan bir anlatı biçiminin sınırları içine sıkışmıştır. Ayrıca, “ima edilen yazar” sosyal anlamda kenara itilmiş diğer bir karakter olan Molly’yi merkeze koymak için hiçbir şey yapmaz. Alt sınıftan gelen bu kadın, metnin kenarlarında sessizleştirilmiş bir şekilde kalır ve “suçlu” olarak konumlandırılışı hiçbir biçimde tartışma konusu olmaz.Item Açık devlet ve açık devlet uygulamaları: Türkiye’de kamu kurumlarına yönelik bir değerlendirme(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Eroğlu, Şahika; Other; OtherDevlet verilerinin açık formatlarda açık platformlar aracılığı ile yayınlanması, söz konusu verilerin kullanılması/yeniden kullanılması ve bu bağlamda ekonomik, sosyal ve politik kazanımların elde edilmesi literatürde “Açık Devlet (Open Government)” olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde birçok ülke, kamu verilerini toplumun erişimine açarak yönetimde şeffaflık ve hesap verilebilirlik süreçlerini daha etkin yönetmeye yönelmişlerdir. Çalışmada Türkiye’de açık devlet süreçlerinde rol alan kamu kurumlarının mevcut koşullarının analiz edilmesi amaçlanmaktadır. Bu kapsamda Türkiye’de açık devlet uygulamalarından sorumlu kurumlar ve mevcut e-devlet portalına entegre olan 21 kurum literatürdeki benzer çalışma ve modellere dayanılarak geliştirilen bir değerlendirme aracı ile analiz edilmektedir. Analizler sonucunda Türkiye’de açık devlet uygulamalarının geliştirilmesine yönelik politik/yönetimsel bağlamda sorunların olduğu saptanmıştır. Bu bağlamda çalışmanın son bölümünde saptanan sorunlara yönelik öneriler ortaya konulmuştur.Item “Ah zalimlik bu, fesleğen saksımı benden almak!”: yas sürecinin John Keats’in “ısabella, ya da fesleğen saksısı”ndaki yansıması(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Yakar, Azime Pekşen; Other; OtherBu çalışma John Keats’in Isabella, ya da Fesleğen Saksısı şiirini yas ve bağlanma kuramları kullanarak incelemeyi amaçlamıştır. Şiir, Isabella’nın sevgilisi Lorenzo’nun beklenmeyen kaybı ile baş edememesi ve sürdürdüğü sağlıksız yas sürecinin bir yansıması olarak ele alınmıştır. İnsanların anneleri ile kurdukları ilk ilişki ile başlayan bağlanma stilleri, insanların hayatlarındaki önemli kişilerle kurdukları duygusal bağın türünü ve yapısını temsil eder. Bağlanma figürünü kaybetmek yas sürecinde gösterilen farklı tepkilerle ilişkilidir. Isabella, sahip olduğu kaygılı bağlanma stili nedeniyle sevgilisinin ölümünü anlamlandıramaz ve bu durumla baş edemez. Bu bağlamda, sağlıklı bir yas süreci yaşamadığı söylenebilir. Sonuçta Lorenzo ile kurduğu bağı hezeyanlarla sürdürür: Onun kafasını kesip bir saksıya koyarak üzerinde fesleğen yetiştirir. Bu eserde, Isabella’nın yaşadığı ani ve travmatik kayıp; güvensiz bağlanma stili, duygular, tepkiler ve sürdürülen bağlar açılarından incelenmiştir.Item Aimé Césaire'in gözünden kongo'nun bağımsızlık mücadelesi ve patrice lumumba: une saison au congo(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Ayyıldız, Ece Yassıtepe; Batı Dilleri ve Edebiyatı; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiXIX. yüzyılın sonlarında Afrika'ya yapılan keşifler sonucunda Afrika sömürgecilerin yeni uğrak noktası olur. Bu dönemde Belçika Kralı II. Léopold Afrika'nın ortasında yer alan Kongo'yu sömürgeleştirmeye başlar. Daha sonra XX. yüzyılın başlarında Kongo, Belçika Devleti'nin eline geçer. Kongo'nun kısa bir dönem başbakanlığını yapan Patrice Lumumba ve arkadaşları Kongo'nun Belçika'dan bağımsız olmasını istemekte ve bu konuda çabalar sarf etmektedirler. Uzun uğraşlar sonunda, Kongo 30 Haziran 1960'ta bağımsızlığına kavuşur. Bu bağımsızlık fikri, Kongo'da büyük yatırımlar yapan yeni sömürgecileri (neokolonyalistleri) memnun etmez ve bu bağımsızlık fikrini ortadan kaldırmak isterler. Bu çalışmada, Kongo'nun yakın tarihine değinerek, Martinikli yazar Aimé Césaire'in Une saison au Congo-Kongo'da Bir Mevsim- adlı oyununda Kongo'nun verdiği bağımsızlık mücadelesini, bu mücadelenin sonrasını ve Patrice Lumumba'nın Afrika'nın sömürgecilere karşı birlik olması adına kendini nasıl feda ettiği incelenecektir.Item Amerikalı yazarların Irak Savaşı (2003-2011) anlatılarında ıraklı “öteki” temsili(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Kaya, Merve Özmen; Other; OtherYaşam yazını bir ulusun ulusal kimlik anlayışını gözlemlemek için ideal bir edebi türdür. Irak Savaşı (2003-2015) döneminde görev yapan Amerikalı politikacılar “Amerikalı”yı, ona atfettikleri ideal davranışları benimseme konusunda baskı altına alma ve onu düşünsel olarak tanımlama eğilimine sahiptir. Bazıları zamanın dış politikasını desteklemek ve meşrulaştırmak amacıyla yaşam anlatılarında Amerikan kimliğinin yanı sıra Iraklı “öteki” kimliğini de tanımlama çabasına girer. Cephede görev alan Amerikalıların anlatıları ise her iki kimliğin nasıl oluşturulduğu, nasıl yeniden biçimlendirildiği, içselleştirildiği, pekiştirildiği ve/veya çürütüldüğünü gösterir. Bu makale zamanın politikacı ve ordu mensuplarının Irak Savaşı anlatılarına odaklanarak, bu eserlerde Iraklı “öteki”ye yönelik önyargılı, genelleştirici, şahsiyetsizleştirici tutumları saptar. Eserlerdeki bu tutumlar göstermektedir ki, cephede görev yapmış yazarlar çoğu zaman Iraklı düşman ve siviller, direnişçi ve el-Kaide militanları, Orta Doğulu ve Müslümanlar arasındaki farkları göz ardı eder. Makalenin analiz kısmında, Paul Rieckhoff’un Chasing Ghosts: Failure and Facades in Iraq, A Soldier’s Perspective (2006) adlı savaş anlatısı üzerinden, “öteki” tanımının bireysel ve ulusal kimlik algılarının oluşumundaki rolü irdelenir; bahsi geçen olumsuz kimlik algısının sebepleri Rieckhof’un gözünden anlatılır. Bu bölüm adı geçen yazarların Iraklı “öteki” hakkındaki problemli tutumlarından ancak mitik Amerikan kimliği algısını sorgulamak ve kendi bireysel kimliklerini oluşturmak yoluyla kurtulabileceklerini ortaya koyar.Item Anadolu'da özgün bir ekonomik aktör tipi: homo kaysericus(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Geçgin, Ercan; Other; OtherKayseri, dünden bugüne, toplumsal ve tarihsel açıdan pek çok karakteristik özellikleri içinde en fazla ticaret kültürüyle öne çıkan bir kent olmuştur. Binlerce yıl öncesinden bugüne kök salan ticaret kültürü, Anadolu’nun diğer illeri ile kıyaslandığında Kayseri’yi özgün bir konuma getirmiştir. Toplumun genelindeki “Kayserili” imgesinin başat özelliği ekonomik alandaki girişkenliği ve başarısı ile ölçülmüştür. Coğrafi, tarihsel ve toplumsal etkileşimlerin bileşkesiyle meydana gelen ekonomik alandaki bu hüviyet, Simmel’in “nesnel kültür” kavramıyla açıklanmaya çalışılacaktır bu çalışmada. Yine Simmel’in “form- içerik” ilişkisinden hareketle para ekonomisinin formuna uygun özgün bir ticaret tipi olarak ”Homo Kaysericus” kavramı geliştirilmeye çalışılacaktır. Kayseri’nin uzun tarihsel momentlerinde oluşan ticaret kültürü, nesnelleşmiş ve kendisine göre bir sistem ortaya çıkartarak ekonomik alandaki aktörlerin davranışlarını ve habituslarını belirleyerek bugüne kadar uzanmıştır. Ekonomik alandaki aktörler nesnel kültürün yapısı tarafından belirlenimleri olmakla birlikte aynı zamanda dönüştürücü birer eyleyen veya faildirler. Nesnel kültürün hem aktarıcısı hem de yeniden üretici aktörleridirler. Kayseri’nin ekonomik alandaki özgünlüğün taşıyıcısı olan aktörlerin ortaya çıkardığı kolektif eyleyici tipi bu çalışmada “Homo Kaysericus” olarak tanımlanmaktadır. Bu çerçevede çalışmada, bazı somut nesnel kültür örüntü verilerinden hareket edilerek bu toplumsal tipin soyutlanışına ulaşılmak istenmiştir. Kayseri’de ticaretle uğraşan aktörlerle yapılan derinlemesine görüşmeler, gözlemler, Kayseri fıkraları gibi farklı nitelikteki metinlerden hareketle Homo Kaysericus’un izi sürülmeye çalışılmış; böylece Kayseri özelinde Anadolu’daki ekonomik alanın sosyolojik çerçevesine bir katkı sunulmak istenmiştir.Item Antik Sümer’e Yolculuk: Jennifer J. Garrity’nin tarihi çocuk romanı “secret of the scribe”de geçmişin yeniden inşası(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Çoker, Esra; Other; OtherBu makale, Jennifer J. Garrity'nin Secret of The Scribe (2008) isimli çocuk romanının, Antik Sümer uygarlığını ve çok tanrılı Sümer dinini kurgusal düzlemde klişileştirerek, çocuk okurların Sümer tarihi ve kültürüne eleştirel bir bakış geliştirebilme ihtimalini yok ettiğini ileri sürmektedir. Garrity'nin, romanın tarihi ana karakteri olarak köle bir genç kadın seçmesi ve ona bireycilik ve piyasa etiği gibi çağdaş nitelikler vermesi, ait olduğu zamana uymayan, oldukça modern bir birey portresi çizmektedir. Okur, bir yandan Sümerlerin gelişmiş kolektif din anlayışına eleştirel gözle bakıp bunu kendi kaderini tayin etme ve kişisel özerkliğine bir tehdit olarak algılarken, diğer yandan Sümerleri kapitalist pazar toplumunun izlerini taşıyan ilk uygarlık olması nedeniyle takdir eder. Bu şekilde, tarih kullanımı, günümüze ait norm ve değerlerin düzenlenip sürdürülmesi ve meşrulaştırılması ve bu sayede de geleceğin teminat altına alınmasını açısından güvenli bir alan yaratılabildiği müddetçe metne dahil olur.Item Ardahan’ın Çıldır ilçesindeki Suhara Köyü Camii’ne ait arşiv belgeleri(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Patacı, Özlem Oral; Other; OtherArdahan’daki tarihi camilerle ilgili yaptığımız araştırmalar sırasında Çıldır ilçesi Suhara Köyü (Yakınsu Köyü)’nde yer alan tarihi camiye ait, Osmanlı dönemi ve Çarlık Rusya idaresindeki döneme tarihlenen Osmanlıca belgelere ulaşılmıştır. Bugüne kadar yayımlanmamış olan bu belgeler, yapının geçmişi, inşa süreçleri gibi konulara ışık tutarak sanat tarihi araştırmalarını doğrudan ilgilendirmektedir. Nitekim Osmanlı arşiv belgelerinde Kanberzade Camii adıyla kayıtlı olan söz konusu cami bu adı, Çıldır’da Kanberzadeler olarak tanınmış aileden almaktadır. Diğer taraftan bu belgeler bir dönem Osmanlı’nın eyaleti konumundaki Çıldır’ın idari yapısı, nüfusu, toplumsal yapısı ve ortak sosyal yaşamı hakkında sağladığı ipuçlarıyla da kıymetli tarihi belge niteliğindedirler. Bu makalede söz konusu belgelerin transliterasyonu yapılarak yayımlanmakta, içerikleri hakkında bilgi verilmekte, bu belgelerin Anadolu’daki bir kasaba camiinin tarihine ışık tutması bağlamında taşıdığı öneme dikkat çekilmektedir.Item Bakanın gözünde: Edith Wharton’ın “Ethan Frome” isimli romanında Mattie Silver(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Yalçın, Olgahan Bakşi; Other; OtherBu çalışma, Edith Wharton’un Ethan Frome isimli romanını on dokuzuncu yüzyıl Amerikan toplumunda kadınların geleneksel rollere sıkışıp kalmalarının yanı sıra erkeklere hizmet etmek üzere yetiştirildikleri ve yaşamlarını bir dizi kısıtlama ve beklentiler çerçevesinde geçirmek zorunda oluşlarının anlatıldığı bir eser olarak incelemektedir. Ayrıca bu romanın, Mattie Silver gibi genç kadınların erkeklerin estetik beğenisini karşılayan güzel objeler olarak değerlendirildiği ve ister evli ister bekâr olsunlar kadınların on dokuzuncu yüzyıl Amerikan kadınlık kriterlerine/kurallarına uymak zorunda oluşlarını yansıttığı düşünülmektedir. Massachusetts’te Starkfield isimli kurgusal bir New England kasabasında geçen Ethan Frome isimli kısa roman, hayalleri ve arzuları trajik bir şekilde sona eren ketum bir çiftçinin, Ethan Frome’un, hikâyesini anlatır. Romanda ne çiftçinin eşi Zeena Frome ne de eşinin uzak bir akrabası olan Mattie Silver ön plandadır ki zaten anlatıda çoğunlukla yer almazlar. Buna uygun olarak da, yakın zamanda anne ve babası vefat eden Mattie Silver, Zeena’ya ev işlerinde yardımcı olmak üzere Frome çiftliğine gelmek zorunda kalmış, hayatta kalmak için ekonomik olarak Frome’lara bağımlı zayıf, korunmasız bir kişi olarak tanıtılır. İlaveten, bu çalışma, kendi hikayesini aktarabileceği bir bakış açısına ya da ayrı bir bölüme sahip olmadığı için Mattie’nin ekonomik bağımlılığının romanın anlatısında gözle görünen etkileri olduğunu savunur: kendi hikayesini anlatmak yerine, hayranının gözünde adeta kendisinden çok daha yaşlı Zeena’nın kısırlığı, hastalıklı hali ve çirkinliğini ön plana çıkarırcasına vücut bulur. Diğer bir değişle, Gilbert ve Gubar’ın (79) kavramlaştırmasına uygun olarak, adı belirsiz erkek anlatıcı, Ethan’ın Mattie’ye olan yasak aşkını haklı çıkarmaya çalışırcasına Mattie’yi bir melek, neşe ve hayat dolu, Silver (Gümüş) soyadına uygun olarak göz alıcı bir kişilikte, genç bir kadın olarak tasvir ederken, Zeena’yı ise bir canavar, cadı ve hatta deli bir kadın olarak gösterir.Item Bir başkahramanın şiirler arası yolculuğu: Zbigniew Herbert ve “Bay Cogito”(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Atak, Nevra Vardal; Other; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi1974 yılında yayımlanan “Bay Cogito” şiir kitabı, yirminci yüzyıl Polonya şiirinin en önemli isimleri arasında yer alan Zbigniew Herbert'in şiir sanatında bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Aynı isimle ortaya çıkan kitabın kurgusal karakteri Bay Cogito aracılığıyla şair daha kişisel ve aktüel konuları ele alır. Bu bağlamda Bay Cogito hakkında Herbert'in lirik maskesi ya da alter egosu yakıştırılması yapılır. İlk defa Herbert'in beşinci kitabında ortaya çıkan bu lirik özne şairin son şiir cildine kadar varlığını sürdürür. Okur zaman içerisinde Bay Cogito'nun değişimlerine tanıklık yapar. Sıradan konulara ilgisi, gülünç yönleri, ironik yaklaşımları ve varoşlar arasında gezen görüntüsüyle bir Everymanı çağrıştırırken, diğer taraftan felsefe, sanat ve estetik konusundaki derin düşünceleriyle adeta modern bir filozof görüntüsü çizer. Hem pop kültürle hem de klasik sanatla yakından ilgili olan, düşünen, gözlemleyen, merak eden Bay Cogito, aynı zamanda Herbert'in çok yönlü kişiliğini de gözler önüne serer. Bu çalışmada Herbert'in kurgusal başkahramanı Bay Cogito'nun ortaya çıktığı ilk kitap Bay Cogito'dan başlayarak farklı yönleriyle incelenecek, şairin kendisiyle olan ilişkisi ortaya konmaya çalışılacaktır.Item Batıya özgü travma yazınbilimi ve Sierra Leone’a özgü iyileşme yolları arasındaki korelasyonlar: Aminatta Forna’nin “The Memory of Love” isimli romanı(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Şen, Merve Sarıkaya; Other; OtherAminatta Forna eserlerinde travma ve travmayı iyileştirme yollarıyla ilgilenmektedir. Bu doğrultuda, The Memory of Love (2010) isimli eseri, Sierra Leoneluların 1980lerde yaşadığı sosyal ve politik ayaklanmaları ve akabinde 1991’den 2002’ye kadar devam eden iç savaşın korkunç gerçekliğini yansıtarak travma ve travmayla baş etme yollarına odaklanır. Geçmiş zamanda yazılan anlatıların tersine, romanın çoğunluğu geniş zamanla yazılmıştır. Bu sayede, roman zamanı deneye tabi tutar ve okuyucuların Sierra Leone’un kaotik atmosferine tanıklık etmesini sağlar. Ayrıca, roman Sierra Leoneluların belirli bir amaç edinme ve çevreyle yakın iletişim kurma gibi travmayla baş etme stratejilerini konu edinir. Bu temellere dayanarak, bu çalışmanın amacı, romanın Sierra Leoneluların travmasını travmatik zamanın sınırları belirli olmayan özelliğini ve Sierra Leoneluların travmayla baş etme yollarını kullanarak nasıl ele aldığını incelemektir.Item Bilim sihirin yerini alınca: David Morley’in bilim şiirleri(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Sarı, Merve; Other; OtherUfuk açıcı The Golden Bough (1890) (“Altın Dal”) adlı eserinde, İskoç antropolojist James Frazer, dünyanın farklı yerlerindeki inanç sistemlerinin üç aşamaya ayrılabileceğini iddia eder. Frazer’a göre, Sihir Çağı, Din Çağı’yla, bu ise Bilim Çağı’yla yer değiştirmiştir. Çağdaş İngiliz şiirindeki yeni eğilimler Frazer’ın öngörüsünü destekler. David Morley İngiliz bilim şiirinin öncü isimlerinden biridir. Ana akım yaklaşımları şiirde kenara iten postmodernizm ile bilim ve teknolojinin toplum üzerinde giderek artan etkileri sonucu bilim şiiri, yirminci yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de Hugh MacDiarmid, Edwin Morgan, Robert Crawford, W. N. Herbert, Allen Fisher, Peter Redgrove, Lavinia Greenlaw ve Pauline Stainer gibi yazarlarla ortaya çıkmıştır. Anglo-Roman şair David Morley, İngiliz bilim şiirinin öncülerindendir. Morley’nin bilim şiirleri, bilimi laboratuvardan dışarı çıkarıp halka açmayı amaçlar. Bir biyolog olarak eğitim görmüş olan, Morley şiirlerinde büyüye karşı var olmuş olan ilginin günümüzün teknolojik dünyasında nasıl da bilimle yer değiştirdiğinin altını çizer ve bilimin güncel deneyimden ayrılmazlığını vurgular. Buna ek olarak, Morley, bilimsel gözlem ve veri toplamaya dayalı birçok şiirinin yazımında, arazi gezisi şiirleri gibi, bilimsel metodu kullanır. Bu nedenle Morley’nin şiirleri, metodolojileri ve kurdukları analojiler bakımından bilimsel deneyler olarak okunabilir. Morley’e göre, giderek insanların hayatını istila eden teknobilimsel söylem şiirsel alandan büyük ihtimalle kaybolmayacaktır ve işte bu nedenle bu söylemin varlığı şiirlerinde sürekli olarak beyan edilmektedir. Bu bilgiler ışığında, bu çalışmanın amacı İngiliz bilim şiirini, sihrin bilimle yer değiştirişinin altını çizerken şair-bilim insanını veri toplar ve topladığı bu veriler ışığında şiir yazarken iş başında gösteren David Morley’in şiirlerini analiz etmektir.Item 'Biz de, kendi çapımızda avrupayız': küreselleşme ışığında Davıd Greıg'in avrupa adlı oyunu(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Güvenç, Sıla Şenlen; İngiliz Dili ve Edebiyatı; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiÇağımızın en önemli ve tartışmalı konularından biri şüphesiz küreselleşmedir. Çok karmaşık bir kavram olan ‘küreselleşme’nin ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel ve ideolojik etkileri –başta çevre, kültür, siyasi sistemler, ekonomik gelişim ve refah düzeyi olmak üzere– hayatımızın her alanını etkili olmaktadır. Özellikle son otuz yıldır yürürlüğe giren politikalar ve teknolojik gelişmelerden dolayı sınır ötesi ticaret, yatırım, taşımacılık ve gerçekleşen göçlerin boyutları o kadar büyüdü ki, yeni bir döneme girildiği şüphe götürmeyen bir gerçektir. Bu doğal olarak insanlar arasındaki mesafeleri kısaltmakta ve etkileşim noktalarını artırmaktadır. Küreselleşme, genel olarak David Greig’in oyunlarında önemli bir yere sahiptir. Oyunları, değişen ekonomi, küresel taşımacılık ve iletişim ağlarının genişlemesi sonucu -tren istasyonu, havalimanı terminali, bekleme salonları gibi- ‘transit’ mekânlarda farklı kültürlerden, farklı geçmişlere sahip insanları bir araya getirmektedir. Fakat söz konusu etkileşim sadece iş gezileri gibi olağan koşullar içinde değil, dünyanın sınırlarını değiştiren savaşlar veya zorunlu göç gibi zorlu koşullarda da gerçekleşmektedir. Bunlardan biri Greig’in 1994 yılında Traverse Theatre Edinburgh’da sahnelenen Europe (Avrupa) adlı oyunudur. Bu çalışmada, Avrupa adlı oyun küreselleşme ve Avrupa’da yirminci yüzyılın sonlarında gerçekleşen değişimler bakımından incelenmektedir.Item Buddhist kültürün acanta mağaralarındaki izleri: Vihāralar(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Kayalı, Yalçın; Other; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiHint'e ait oldukça kıymetli izleri içerisinde barındıran Acanta Mağaraları, kadim Hint tarihi ve kültürü açısından önemli bir yere sahiptir. Acanta mağaraları yapılış tarihleri ve biçimsel özellikleri bakımından iki gruba ayrılmaktadır. Tarihsel süreçte, milattan önceki döneme ait olanlar, birinci grup; milattan sonra 4. yüzyıl itibarıyla oyulmuş olanlar ise ikinci grup olarak adlandırılmaktadır. Yapılış biçimleri açısından da Hint'e özgü haliyle, vihāralar ve çaityalar olmak üzere ikiye ayrılırlar. Çalışmamıza konu olan vihāralar ise, verandası, iç ve dış sütunları, heykel, kabartma ve duvar resimleriyle, her biri ayrı ayrı kıymetli, birer sanat eseri olma özelliği taşımaktadır. Mağaralardaki duvar resimlerinde ise çoğunlukla Buddhist kültüre ait gürler yer almakta olup, Avadāna ve Cātaka metinlerine ait sahneler ustalıkla resmedilmiştir. Bu renkli duvar resimlerinin geleneksel Asya resim sanatının da öncüsü olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada ise, toplamda otuz tane olan Acanta mağaralarından, sözü edilen unsurlar dâhilinde, vihāra biçimindeki yirmi beş tanesi incelenmiştir. Böylece, Hint geleneğinin Buddhist inanca ait kültürel mirası ile ilgili yapılan çalışmalara katkıda bulunulmak istenmiştir.Item Çanakkale ilinde paleolitik dönem insan izleri(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Özer, İsmail; Antropoloji; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesiİnsan türlerinin ilk kez Afrika kıtasında ortaya çıkmış olduğu ve oradan Dünyanın diğer bölgelerine yayıldığı bugünkü bilgiler ışığında kabul edilmektedir. İnsan türlerinin bu yayılımlar sırasında hangi rotaları izledikleri ve bu verilere kanıt oluşturacak olan yaşam alanlarının nerelerde olduğunun tespit edilmesi en önemli konulardan biridir. Afrika, Asya ve Avrupa kıtaları arasındaki konumu dolayısıyla Anadolu yarımadası da bu konunun araştırılması açısından kritik öneme sahip bir bölgedir. Fosil insanların Avrupa’ya yayılımı bakımından kilit bir bölgesinde yer alan Çanakkale İlinde 2014-2017 yılları arasında gerçekleştirilen yüzey araştırmaları esnasında Paleolitik dönemlere ait yontmataş alet buluntuları tespit edilen 40 buluntu alanı tespit edilmiştir. Bu sayının ileri ki yıllarda yapılacak araştırmalar sonucunda artması beklenmektedir. Yine bu araştırmalar sırasında 16 mağara tespit edilmiş ve bunlar içerisinde yoğun bir insan yerleşimine sahip İnkaya Mağarası’nda kazı çalışmaları başlatılmıştır. Bu çalışmada Çanakkale’de 4 sezondur devam eden arazi çalışmaları ve bu çalışmalarda elde edilen bulgular ışığında fosil insan izleri tartışılmaktadır.Item Challengıng anthropocentrısm: sakı's use of anımısm ın hıs “srednı vashtar(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2018) Balcı, Adem; Other; OtherÇok eski zamanlara dayanan yakın ilişkilerine rağmen, insanmerkezci yaklaşımın bir sonucu olarak insanlar her zaman hayvanları ötekileştirmiş ve kendi menfaatleri uğruna kullanmıştır. İnsan anlamına gelen Yunanca kelime anthropos’tan türetilmiş olan insanmerkezcilik (anthropocentrism), insan dışındaki varlıkların eyleyici özelliklerini inkâr ederek evrenin merkezinde gördüğü insanı ayrıcalıklı kılmaktadır. Fakat insanmerkezciliğin aksine, animist bir inanış ruhun ve eyleyiciliğin sadece insanlarda değil, hayvanlarda ve diğer varlıklarda da olduğunu kabul ederek bu varlıkların da içsel değerlerini takdir eder. Eserlerini genellikle Saki mahlası ile yazan Edward dönemi öykü yazarı Hector Hugh Munro (1870-1916), kendi zamanının insanmerkezci ideolojisine rağmen, bir çok eserinde bu yaklaşımı sorgulayarak hayvanlara yapılan zulme karşı hassasiyetini göstermektedir. Çocuk başkarakter Conradin’in hayvan tanrısına yüklediği bir takım animistik özellikler sayesinde hayvan ve insan arasındaki sınırları iyice belirsizleştirerek bu iki kavramı sorunsallaştırdığı “Sredni Vashtar” adlı öyküsünde Saki’nin animizm kullanarak insanmerkezciliğe meydan okuduğu görülmektedir. Bu bağlamda, bu çalışmanın amacı animistik bir görüşle yazdığı “Sredni Vashtar” öyküsünde Saki’nin kendi toplumunun gelenekleri ve baskın normlarının dışına çıkarak insanmerkezciliğe meydan okuyuşunu incelemektir.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »