Cilt:39 Sayı:68 (2020)
Permanent URI for this collection
Browse
Recent Submissions
Item Atatürk Dönemi’nde Türkiye’de Pamuk Yetiştiriciliği Ve Pamuk Politikası (1923-1938)(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Yurtoğlu, Nadir; Other; OtherCumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılından 1938’e kadar olan dönemde Türkiye’de pamuk yetiştiriciliği ve pamuk politikası ile bunun ekonomiye olan yansımaları makalenin konusunu teşkil etmektedir. Çalışma, Atatürk Dönemi’nde pamuk üretim faaliyetleri; pamuk ticareti; Pamuk tohumu alanında yapılan çalışmalar; Pamukla ilgili ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekleştirilen temas, kongre ve toplantılar; Pamuk alanında şirketleşme ve kooperatifleşme yönünde yapılan faaliyetler ve Pamuk zararlılarıyla mücadele ile sınırlandırılarak altı dönem dâhilinde ele alınmıştır. Atatürk Dönemi’nde pamuk yetiştiriciliği ve pamuk politikasının ekonomiye olan yansımaları sayısal veriler ışığında değerlendirilmiştir. Çalışmanın kaynak materyalini, Başkanlık Cumhuriyet Arşivi Belgeleri, resmi yayınlardan; Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Zabıt Ceridesi ve Kanunlar Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti Resmi Gazetesi, istatistik yıllıkları ve dönemin süreli yayınları arasında bulunan ekonomi dergilerinin makaleleri oluşturmaktadır. Konu incelenirken, dönemin Türkiye’si ile dünyanın pamuk yetiştiriciliği alanında yaşanan gelişmeleri göz önüne getirilerek gerekli değerlendirilmelerde bulunulmuştur. Makaleden elde edilen sonuçlar şunlardır: Cumhuriyetin ilanıyla birlikte pamuk yetiştiriciliği ve ticaretinin artırılmasına yönelik çalışmalar yürütülmesine rağmen 1929 Dünya Ekonomik Krizinin fiyatları yarı yarıya düşürmesi, pamukçuluğun gelişimini zora sokmuştur. Buna karşın kooperatifleşme ve şirketleşme yönünde atılan atılımlar, Akala ve Cleveland türünde tohum üretim faaliyetleri, düzenlenen kongre ve toplantılar, pamuk zararlılarıyla gerçekleştirilen mücadeleler neticesinde üretim hacmi genişletilerek milli ekonomiye önemli katkılar sağlanmıştır.Item Müstakil Teke (Antalya) Mutasarrıfı Sabur Sami Bey (Draz) Ve Faaliyetleri (24 Ağustos 1914-17 Nisan 1916)(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Kısa, Ahmet; Other; OtherBu çalışmada, 23 Temmuz 1914’te Konya Vilayeti’nden ayrılarak bağımsız mutasarrıflığa dönüştürülen Antalya livasının ilk mutasarrıfı olan Sabur Sami Bey’in görevde bulunduğu (24 Ağustos 1914-17 Nisan 1916) yıllarda yapmış olduğu çalışmalar ele alınmıştır. Sabur Bey görevde kaldığı kısa süre içerisinde; Antalya’nın yeni idari yapıya göre şekillendirilmesi, görev süresinin I. Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllara denk gelmesi ve bu koşullarda idare-i hususiye bütçesinin tam anlamıyla teşekkül ettirilememesi gibi zorluklarla karşılaşmıştır. Ancak buna rağmen Sabur Sami Bey Antalya’da önemli çalışmalarda bulunmuştur. Göreve başladıktan hemen sonra Antalya livasının eğitim, sağlık, tarım ve bayındırlık açısından durumunu incelemiş ve kentin bahsi geçen alanlarda büyük eksikliklerinin olduğunu görmüştür. Eğitim işlerinin yürütülebilmesi için okul inşaatlarına önem vermiş, öğrencilerin eksikliklerinin tamamlanması hususunda ahali ile birlikte büyük bir çaba içerisinde olmuştur. Sağlık işlerinin yürütülmesi için sağlık kuruluşlarının yeniden tanzimi, ihtiyaç duyulan malzemelerin tedarikini sağlamış, salgın hastalıkların önlenmesi için alınması gerekli tedbirleri süratle uygulamaya sokmuştur. Savaş yıllarında tarımda çalışan 18-45 yaş arası erkek nüfusun silah altına alınması dolayısıyla iş gücünde yaşanan kaybı aldığı tedbirlerle önlemiş, bu hususta yaşanacak bir zafiyetin ahalinin geçimi üzerinde yapacağı olumsuz etkilerin önüne geçmiştir. Yapmış olduğu çalışmaları detaylı raporlarla İstanbul’a bildirerek gerek faaliyetleri gerekse o yıllarda Antalya’nın durumu hakkında önemli bilgiler vermiştir.Item Ondokuzuncu Yüzyıl Sonu Ve Yirminci Yüzyıl Başında Rusya'da Alkol Yasakları(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Gülseven, Aslı; Other; OtherRusya'da ondokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında uygulanan alkol yasakları sosyo-politik olduğu kadar ekonomik bir temele de dayanmaktadır. Ondokuzuncu yüzyıl sonlarında Rusya İmparatorluğu’nda entelektüel çevrelerde daha çok sosyal boyutuyla tartışılan alkolle mücadele meselesi, yirminci yüzyılın başlarında Çarlık bürokrasinin de müdahil olduğu siyasal bir meseleye dönüşmüştür. Çarlık hükümetinin alkolle mücadeleyi ciddiyetle ele almaya başlamasını müteakip Birinci Dünya Savaşı patlak vermiş ve kısa süre sonra Çarlık Rusya'sı yerini Lenin başkanlığındaki Bolşeviklere bırakmıştır. Her ne kadar Bolşevik kadrolar ilk zamanlarda olumlu yaklaştıkları alkol yasaklarını sürdürmeyi istedilerse de, savaşın da etkisiyle krize giren Rus ekonomisini toparlamak amacıyla alkol yasaklarına son vermişlerdir. Bu makalede ondokuzuncu yüzyılın sonlarından yirminci yüzyılın ilk çeyreğine kadar geçen sürede gerek Çarlık gerekse Bolşevik hükümetinin alkol üretim ve tüketimine karşı takındığı tavır ve yürüttüğü uygulamalar siyasal ve sosyo-ekonomik boyutlarıyla ele alınacaktır.Item Şems Gazetesi Ve İstanbul'daki İranlılar(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Keleş, Muhammed; Other; OtherŞems gazetesi, II. Meşrutiyet Dönemi'nin özgür basın ortamında İstanbul'da yayımlanan İran diasporasının Fars dilindeki bir yayınıdır ve İstanbul'daki İranlıların siyasi ve sosyal hayatlarına dair kesitler sunar. 1908 Haziran'ında Muhammed Ali Şah'ın emriyle Tahran'da meclisin topa tutturulması ile başlayan İstibdat-ı Sağir Dönemi'nde, anayasal reformcu muhalefetin İran'da yeniden meşrutiyetin tesis edilmesine yönelik kamuoyu oluşturması açısından önem arz eder. Bu makalede Şems gazetesinin 1908-1909 yılları arasında yayımlanan sayılarından yola çıkarak İstanbul'daki İranlılar ve meşrutiyet hareketlerine olan katkıları konu edilecektir.Item Arşiv belgelerinde yıldız hastanesi müfettişi dr. Louıs margery(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Karacaoğlu, Emre; Other; OtherOsmanlı Devleti’nde özellikle XIX. yüzyılda askeriye ve tıbbiye gibi çeşitli alanlarda çok sayıda yabancı uzmanın görev aldığı bilinmektedir. Osmanlı Devleti hizmetinde bulunan bu yabancı uzmanlardan biri de Yıldız Hastanesi Müfettişi Dr. Louis Margery’dir. Dr. Margery, İstanbul’da 1893 yılı Ağustos ayında ortaya çıkan kolera salgını vesilesiyle davet edilmiştir. Belgelerden anlaşıldığına göre İstanbul’a 1894 yılı başlarında gelerek yaklaşık üç yıl Osmanlı Devleti hizmetinde kalmıştır. Bu çalışmada, Dr. Louis Margery hakkında Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden temin edilen tüm belgeler değerlendirilmiş ve Dr. Margery’nin İstanbul’daki faaliyetlerinin aydıntılması amaçlanmıştır. Ayrıca, belgelerin bir kısmı günümüz harfleri ile çalışma sonuna eklenmiştir.Item Tanzimat'tan Sonra Osmanlı Devleti’nde Bir Vergi Tahsil Yöntemi Olarak Tahsildarlık Uygulaması(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Erol, Yasemin Zahide; Tarih; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiVergi, devletin kamusal görevlerini yerine getirebilmek için ihtiyacı olan finans kaynaklarını karşılamak üzere kanunlara uygun olarak ve hiçbir karşılık belirtmeksizin vatandaşlardan tahsil ettiği parasal yükümlülüktür. Bir devletin en temel gelir kaynağı olan vergilerin tahsil edilmesi maliyenin en önemli konularındandır. Osmanlı maliyesinde de vergi ve vergi tahsili önemli bir yer teşkil etmiştir. Bu çalışmada, ilk olarak kısaca Osmanlı vergi sistemi ve vergi tahsil yöntemleri anlatılmıştır. Daha sonra, XIX. yüzyılda uygulamaya konan sivil bir vergi tahsil yöntemi olan “tahsildarlık” üzerinde durulmuş, tahsildarların görev, yetki ve sorumlulukları açıklanmaya çalışılmıştır.Item Macar Ressam Kálmán Beszédes’in Kaleminden Ödön Széchenyi Ve İtfaiye Teşkilatı: Osmanlı Modernleşmesine Bir Katkı (Orijinal Karakalem Çizimleriyle Birlikte)(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Çolak, Melek; Other; OtherOsmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme sürecine, katkı sunan yabancı uzmanlar arasında Macarlar önemli bir yere sahiptir. Bu alanda iki millet arasında iş birliğinin geliştirilmesi için çalışan şahsiyetlerden biri Ödön Széchenyi’dir. Macar milletinin gelişmesi için çaba harcayan ve Macarların tarihinde “en büyük Macar” olarak tanınan Kont István Széchenyi’nin küçük oğlu olan Ödön Széchenyi (1839-1922), itfaiyeciliği Londra’da öğrendikten sonra bu alanda ülkesine hizmet etmiş, Budapeşte İtfaiyesi’nin kurucusu olması nedeniyle Macar Milli İtfaiye Birliği’nin başkanlığına seçilmiştir. Széchenyi, Sultan Abdülaziz döneminde İstanbul’a gelmiş, yangınlara müdahale etmekle görevli Tulumbacılar Ocağı’nı yeniden organize ederek modern Türk itfaiyesinin temellerini atmıştır. “Ziçni Paşa” olarak tanınan Széchenyi, kendisine yardımcı olması için Macar ressam Kálmán Beszédes’i (1839-1893) İstanbul’a çağırmıştır. Kálmán Beszédes, 1878 yılında İstanbul’a gelerek Széchenyi’ye yardımcı olmuş, Harp Okulu’nda itfaiyecilikle ilgili dersler vermiştir. Beszédes, beş padişah ve Milli Mücadele dönemine tanıklık ederek, 48 yıl Türk itfaiyesine hizmet edip feriklik rütbesine kadar yükselen Ödön Széchenyi gibi, 1878 yılından ölümüne dek 15 yılını İstanbul’da geçirmiştir. Bu çalışmada, Macar ressam Kálmán Beszédes’in ELTE Üniversitesi Kütüphanesi El Yazmaları Arşivi’nde kayıtlı bulunan Fővárosi Lapok adlı gazetede yayımlanan hatıralarından yararlanılarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenileşme hareketleri içinde yabancı bir uzman olarak Széchenyi’nin çalışmaları ve Osmanlı İmparatorluğun durumu yakın bir çalışma arkadaşının gözünden ortaya konulmakta, dönemin Türk-Macar ilişkileri bağlamında değerlendirilmektedir.Item Osmanlı Morası’nda İdari-Mali Düzeni Yeniden Yapılandırma Girişimleri Çerçevesinde Reaya Ve Yönetim (1788-1829)(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Başarır, Özlem; Other; Other1715’te Osmanlı hâkimiyetine yeniden giren Mora, 1770’lerden itibaren -uluslararası siyasi arka planı da olan- birtakım karışıklıklara sahne olmaya başladı. Bunun yarattığı gerekçelerinse, devleti 1788’den sonra bölgede çok daha etkin bir düzenlemeler bütününü hayata geçirmeye zorlaması kaçınılmazdı. Bahsigeçen koşulların bir kısmı, dönemin Osmanlı taşrası için olağan kabul edilse de verilen tepkinin mahiyeti ve ülke geneline yayılamaması, onların Mora’ya özgü bir niteliğe sahip olduğunu düşündürmektedir. Daha çok idari-mali çerçevede değerlendirilebilecek bu girişimler, nizâm adı altında ortak bir paydada buluşsa da müstahsen, cedîd, müesses gibi sıfatlar, onların içeriklerindeki farklılıkları ortaya koymaktadır. Tanzimat öncesinin iki reformist padişahının merkeziyetçi yönetim yaklaşımıyla örtüşen Mora’daki bu iyileştirme adımları, bir yandan istimâlet, müreffehü’l-bâl, terfîh-i kulûb gibi geleneksel kaynaklardan beslenirken diğer taraftan Osmanlı siyaset terminolojisinde hala vediatullah, ibadullah gibi ifadelerle anılan reayanın devletle dolaysız bir bağ inşa etmesine de zemin hazırlamaktadır. Böylece ahalinin, rahatsızlıklarını şikâyet mekanizmasının ötesine taşıyarak devleti bu adımları atmaya mecbur bırakması, kendisiyle onun arasında –vali, taşra ileri gelenleri ve vergi toplayıcıları gibi- çoklu muhatapları bertaraf eden bir düzeni mümkün kılmaktadır. Bu makale, merkezî yönetimin XVIII. yüzyılın son çeyreğinden itibaren taşrada, bilindik aksaklıklara yönelik klasik yaptırımlarının yanında, çok daha yapısal çözümler dizisini, Mora için neden ve nasıl ürettiğine odaklanmaktadır.Item Malikane Uygulamasının İlk Yıllarında Yapılan Müzayedelere Dair Bazı Bilgiler: Midilli Sancağı(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Çelik, Mehtap; Other; OtherOsmanlı devletinde XVI. yüzyılın sonlarından itibaren klasik dönem koşullarının yaratmış olduğu örgütsel uzlaşma düzeninin bozulmaya başlaması ve özellikle de XVII. yüzyılda uzun süren savaşlar sonucunda devletin malî açıklar vermesi, iltizâm sistemini yeniden örgütlenmeye yöneltmiştir. Bu bağlamda iltizâm sisteminin uygulama alanının daha geniş bir sahaya yayılmasının, klasik taşra yönetimin idarî ve malî niteliklerinin değişim ve dönüşüm süreci üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Bu süreçte Midilli sancağında da sancak beylerine tahsis edilen hâslar ile havâss-ı hümâyûn’a ait yerlerin içinde kalan gelir kaynakları, malikâne uygulamasının içine alınarak, iltizâm sistemi içerisinde yeni bir uygulama olan malikâne yöntemi ile taliplerine verilmek üzere müzâyedeye çıkarılmıştır. Midilli sancağı ve tevâbi’ kazâlarında malikâne uygulamasına konu olan mukâta’a ve maktû’ alanlarındaki vergi türleri ve bunları der-uhde edenlerin kurdukları ortaklıklar, mu’accele ve mâl bedelleri mukâta’a defterlerinden çıkarılan veriler kapsamında değerlendirildiğinde, yıllık geliri yüksek olan vergi gruplarının genellikle üretim ve ticarete dayalı vergiler olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca mukâta’a ve maktû’lardan elde edilen gelirlerden bir bölümünün de adada bulunan yeniçerilerin maaşları için ocaklık olarak ayrıldıkları görülmüştür.Item Fransa Ve Almanya’da Feodalizm’in Askeri Ve Siyasi Yönden Gelişimi(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Çiftçi, Sait Emre; Tarih; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiFeodalizm Antik Roma’daki koruma ilişkisine dayalı patronaj ve Germen savaş arkadaşlığı geleneğinin karışımıyla ortaya çıkan askeri ve idari bir sistemdir. Bu sistem Merovenjlerde ve Vizigot İspanya’sında ilk tohumlarını atmasından sonra Karolenjlerin askeri ve idari yapısına girmiştir. Buna rağmen Feodalizm çeşitli yabancı istilalar ve iç çekişmelerin ardından anarşik devletsiz bir ortamı yansıtan pek çok bölgesel gücün kendi bölgesinde idareci olduğu yapıya dönüşmüştür. Capetler Fransa’daki çok sayıda yerel gücü kendi şemsiyeleri altına toplamayı bir nebze başarmışlardır. Almanya ise ilk olarak Otto Hanedanından itibaren Karolenj geleneğini sürdürerek merkezi yapısını koruyabilmiştir. Almanya’da kişisel bağlılıklar, fief ve vassalite gibi kavramların daha geç yerleşmesi de bunda etkili olmuştur. Bunun sonucunda Salian Hanedanı imparatorlarının son döneminde yaşanan büyük soylu isyanları ile Friedrich Barbarossa gibi Hohenstaufen Hanedanı’na mensup imparatorların onları bastırma süreci, ortaya çok sayıda küçük feodal devlet çıkarmış ve Almanya böylece Fransa’nın yaşadığı süreci yaşamaya başlamıştır.Item Timur’un Seferine Kadar Kafkasya’da Katolik Rahipler Ve Kiliseleri Üzerine(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Özcan, Altay Tayfun; Other; OtherKafkasya Avrupa için asırlar boyunca merak edilen bir bölge olsa da Haçlı seferlerine kadar bilinmeyen bir ülke olarak kalmıştı. Belki bundan sonraki yıllarda da bilinmeyen bir bölge olarak kalabilirdi. Ancak Ortadoğu’daki Haçlıların askerî desteğe ihtiyaç duymaları Katolik din adamlarının gözlerini Kafkasya’daki güçlü Gürcü Krallığı’na doğru çeviriyordu. Bu vaziyet kısa süre içerisinde Papalık ile Gürcüler arasında diplomatik bir temasa neden olurken diğer taraftan Katolik din adamları da Kafkasya’da kiliseler kurabilecekleri bir imkâna sahip oldular. Onlar burada güvenilir bir ortam bulmuşlardı. Bu güvenilir ortam bir süre sonra Kafkasya’nın Moğol egemenliği altına alınmasıyla sarsılsa da Moğollar bir süre sonra Katolik din adamlarını desteklediler. Bu sayede de onlar sadece Gürcü Krallığı egemenliğindeki topraklarda değil, aynı zamanda Kafkasya’nın diğer bölgelerinde de kiliselerini kurdular. Aynı zamanda birbirleri arasında irtibat halindelerdi ve bu irtibat onların bir teşkilat olarak giderek güçlenmelerine de kapı aralıyordu. Artık onlar sadece Katolikliği vaaz eden bir kilise teşkilatı olmaktan çıkarak bölgede misyonerlik faaliyetlerinde bulunan ve bunda da başarı sağlayan bir teşkilat haline gelmişlerdi. Bu çalışmamızda Timur’un XIV. yüzyılın sonlarındaki seferine kadar Kafkasya’daki Katolik din adamları ve kiliselerinin varlığını ele alacak ve Kafkasya’daki teşkilatlanmaları üzerinde duracağız.Item Aydınoğlu İbrahim Bey Ve Bodamya Meselesi(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Adıtatar, Funda; Other; OtherAydınoğlu Beyliği, on dördüncü yüzyıl başlarında Batı Anadolu’da kurulmuş Türk beyliklerinden biridir. Kurucusu Aydınoğlu Mehmet Bey, Birgi, Tire, Efes/Ayasuluk, Yukarı İzmir Kalesini topraklarına kattı. Merkezi Birgi olan beylik hakkında bilgi edinilen başlıca kaynak, on beşinci yüzyılda yazılmış olan Düstürnâme-i Enverî adlı eserdir. Buna göre Mehmet Bey hâkimiyeti altındaki yerleri, beş oğlu arasında paylaştırarak her birini idareci olarak kendi bölgesine tayin etmiştir. Ayasuluğ ve Sultanhisarı'nı büyük oğlu Hızır Bey'e, İzmir'i Umur Bey'e, Bodamya'yı üçüncü oğlu İbrahim Bahadır Bey'e, Tire'yi dördüncü oğlu Süleyman Bey'e vermiştir. En küçük oğlu İsa Bey'i de yanında alıkoymuştur. İbrahim Bahadır Bey’e verilen Bodamya’nın, günümüzde İzmir Ödemiş’te Bademli olduğu genel kabul görmüştür. Ancak bu iddia, Mehmet Bey’in ikametgahı Birgi ile Süleyman’ın bölgesi Tire’ye yakınlığından dolayı sorunludur. Urla’nın sosyal ve iktisadi tarihine ilişkin yapılan çalışmada bölgenin, Aydınoğlu Beyliği hakimiyetine girişiyle uzun soluklu bir dönüşüm geçirdiği anlaşılmıştır. Bu dönüşümü anlama gayreti, Bodamya’nın yeri ile ilgili yeni bir tespitin de mümkün olabileceğini ortaya çıkarmıştır. Bu tespite; dönemin iktisadi ve siyasi olaylarıyla İbrahim Bey’in fetih ve idari faaliyetlerinin yeniden değerlendirilmesiyle ulaşılmıştır. Dolayısıyla bu makale, Urla Yarımadası’nın tarihiItem Delhi Türk Sultanlığı Sarayında Bir Tarihçi: Ziyaeddin Berenî ve Tarih İlminin Faydaları ya da Faydalı Tarih Üzerine(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Koç, Bilal; Other; OtherBu çalışmada 14. yüzyıl Delhi Türk Sultanlığı kaynaklarından birisi olan Târîh-i Fîrûzşâhî’nin başlangıç kısmında Ziyaeddin Berenî’nin tarih ilmine dair yer verdiği bilgiler konu edinilmiştir. Yazarın, modern tarihçilerin temel çerçeveleri ve yaklaşımlarını o dönemde tartışıp açıklık getirmesi ve prensipler üzerinden hareket edilmesi gerektiğine dair ortaya koyduğu hususlar çalışmada değerlendirilmiştir. Çalışmanın ilk kısmında Berenî’nin hayatı ve eserleri hakkında kısa bilgilere yer verilmiştir. İkinci kısımda ise onun tarih ilminin faydalarına dönük olarak sıraladığı pasajlara yer verilmiştir. Sıralanan pasajların hemen arkasından müellifin ifade etmek istediği hususlar tarih kavrayışı ve bilinciyle irdelenmiştir. Müellifin –tarih, tarihçi ve tarih yazımı- şeklinde kurguladığı üçleme çalışmanın ana esasının belirlenmesine de zemin hazırlamıştır. Tarih metodu bağlamında tarihçilerin üzerinde karar kıldıkları -ders çıkarma, kültürel aktarım, hayatiyet, zaruriyet, vazgeçilmezlik, tecrübe aktarımı ve diğer bazı kavramlar- müellifin önemle üzerinde durduğu hususlar olduğu için burada da sıklıkla işlenmiştir. Yine burada salt olarak müellifin tarih kavrayışı değil, onunla beraber gelişen tarih üretim tarzı da irdelenmiştir. Çalışmada dikkat çeken bir diğer yön de müellifin tarihi bilginin üretilmesiyle alakalı değerlendirmeleridir. Son olarak müellifin bir bilinç oluşturma düzeyi olarak da gördüğü tarihin kalıcılığı, devamlılığı ve aktarıcılığı sağlayan yönleri ele alınmıştır.Item Pseudo-Plutarkhos’un Nehirler Üzerine Adlı Eserine Göre Maiandros Nehri ve Yorumlanması(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-08-30) Kınacı, Mesut; Other; Otherİnsanların suya olan gereksinimlerinden dolayı insanlığın tatlı su kaynakları etrafında yeşermiş olduğu, kültür ve medeniyetin akarsu havzalarında ortaya çıktığı görüşü belirgin bir genellemedir. Bu bağlamda akarsulara çağlar boyu büyük bir önem bazen de kutsiyet atfedilmiştir. Antikçağ yazarları da bu konuya sıkça değinmişler ve akarsuları eserlerine konu etmişlerdir. Pseudo-Plutarkhos da Nehirler Üzerine adlı eserinde ağırlıklı olarak nehirleri konu edinmiş ve nehirler hakkında okuyucuya bazı bilgiler vermeye çalışmıştır. Pseudo-Plutarkhos’un konu edindiği nehirlerden biri de Maiandros (Büyük Menderes Nehri)’tur. Antikçağda Phrygia Bölgesi’ndeki Kelainai yakınlarından kaynağını almış olan Maiandros sözü edilen bölge boyunca akmış daha sonra Lydia, Karia ve Ionia bölgelerinin arazilerini sulayarak Aigaios Pontos’a (Ege Denizi) dökülmüştür. Uzunluğu ve taşıdığı suların bolluğuyla antikçağ Asia’sının (Küçük Asya) en büyük nehri olarak görülmüş, içinden geçtiği coğrafyaları şekillendirmiş ve sağladığı imkanlarla o bölgelere hayat vermiştir. Maiandros Nehri’nin akıntısının zikzaklı olması son derece ilgi çekici olmuş, antikçağ yazarlarının nehre faklı anlamlar yüklemesine ve antikçağ insanının zihninde farklı imgelemler oluşmasına neden olmuştur. Zikzaklar çizen her nehir ya da zikzaklı olan her şey onun adıyla anılmaya başlamıştır. Nehrin akış şeklini esas alan bir bezeme motifi dahi oluşturulmuş ve nehrin adıyla özdeşleştirilmiştir. Bu çalışmada Pseudo-Plutarkhos’un sözü edilen eseri hakkında kısa bir değerlendirme yapıldıktan sonra yazarın anlatılarına istinaden, nehrin isminin kökeninden, akış rotasına, aktığı güzergahtaki yörelere sağladığı yarardan neden olduğu zararlara ve antikçağdan günümüze ulaşan etkilerine değinilmiştir. Pseudo-Plutarkhos’un Maiandros Nehri’yle ilintili anlatıları, antikçağ yazarları, arkeolojik materyaller, epigrafik belgeler ve numismatik buluntular ışığında değerlendirilmeye çalışılmıştır.Item Sâsânîler Dönemi İran Tarihi Kaynakları Üzerine Bir Değerlendirme(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Altungök, Ahmet; Other; OtherBu çalışmadan amaç Sâsânîler dönemi İran tarihi üzerine yapılacak olan çalışmalarda bu dönemin ana kaynaklarının bilinmesine yöneliktir. Dolayısıyla makale, Sâsânîler dönemi İran tarihi üzerine yapılacak çalışmalarda hangi kaynaklardan istifade edilmesi gerektiği yönünde genel bir bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Bu döneme ait ana kaynaklar, aynı zamanda bir bütün olarak geç antikçağ Ön Asya tarihi kaynaklarını da oluşturmaktadır. Sâsânîler dönemi dini ve edebi metinlerinin birçoğunun günümüze ulaşmasında Dastur Jamaspji M. Jamasp Asana'nın MK şeklinde kodlamış olduğu Pehlevice Metinler'in büyük bir rolü vardır. XIV. yüzyıl Mazdeist din adamlarından Mihribân Keyhüsrev tarafından istinsah edilen eski İran'a ait metinler Jamasp Asana tarafından MK koleksiyonuyla bir araya getirilmiştir. Bu metinler günümüze Sanskritçe ve Pehlevîce olarak ulaşmıştır. Koleksiyondaki metinler batılı iranologlar tarafından günümüz Avrupa dillerine çevrilmişlerdir. Ayrıca yine Sâsânîler dönemi sözlü ve yazılı edebi metinlerin günümüze ulaşmasında, İslam sonrası dönem Arap ve İran kaynakları önemli bir yere sahiptir. Bu kaynaklar arasında yer alan şâhnâmeler, Sâsânîler dönemi sözlü ve yazılı edebiyatına ait birçok hikâyeyi günümüze ulaştırma konusunda öncü rol üstlenmişlerdir. Bununla beraber adı geçen dönemin tarihi kaynakları üzerinde çalışma yaparken, kaynak dili olarak hangi dillerin kullanılması gerektiği de önemli bir konudur.Item Yeni Asur İmparatorluğu’nda Taht Mücadeleleri Ve Darbeler(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Toptaş, Koray; Akyüz, Faruk; Other; OtherKesin şekilde belirlenmiş bir veraset sisteminin olmaması, başta prensler olmak üzere kraliyet üyelerinin taht üzerinde mücadeleye tutuşmasına yol açmıştır. Kralın bütün gücü kendilerinde toplamayı başaramayıp güçlü bir yönetişim tesis edememesi karşısında, bazı kraliyet üyeleri saray içerisinden destekçilerinin de yardımıyla tahtı ele geçirmenin planlarını yapmışlardır. Bu kişiler kendilerine yeterli derecede bir destek buldukları anda da isyan başlatıp, krala darbe yapmaya çalışmışlardır. Bu çalışmada Yeni Asur İmparatorluğu Dönemi’nde gerçekleş taht isyanları ve darbeler ele alınacaktır. Bütün bu tecrübelerin Asur veraset sistemindeki yansımaları ve alınan önlemler belgeler ışığında sunulacaktır. Bu çalışmanın konusunu Aššur-da’’in-apla isyanı, Kalhu İsyanı, II. Sargon’un Tahta Geçişi, Urdu-Mulissu İsyanı ve Šamaš-šuma-ukīn isyanı oluşturmaktadır.Item Asur Ve Babil Kroniklerinde Kadınlar: Kraliçeler, Eşler Ve Tanrıçalar(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Kağnıcı, Gökhan; Other; OtherEski Mezopotamya'da kadın çalışmalarının son yıllarda büyük bir ivme kazandığı görülmektedir. Bu çalışmalarda genellikle kadının Eski Mezopotamya'nın siyasal, kamusal, toplumsal, dinsel ve ekonomik alanlarındaki rolleri üzerinde durulmuştur. Hem gündelik yaşamın hem de kozmik âlemin önemli dişil özneleriyle ilgili Eski Mezopotamya'nın çivi yazılı kaynaklarında hatırı sayılır oranda kayıt mevcuttur. Bu makale M.Ö. 1. binyılda düzenlenen Asur ve Babil kroniklerinde kadınlarla ilgili ne türden bilgiler bulunduğundan bahsedecektir. Ayrıca bu bilgilerin metinlerdeki diğer olaylarla ilişkisinin anlamsal ve bağlamsal boyutları tespit edilmeye çalışılacaktır. Bu kronikler M.Ö. 3. binyılın ikinci yarısıyla 1. binyılın son yüzyıllarına kadarki uzun dönemin önemli olduğu düşünülen olaylarının çoğu zaman belirli bir kronolojik düzene göre derlendiği ve düzenlendiği metinlerdir. Genellikle erkeklerin ön planda olduğu erkek egemen bir dünyanın olaylarıyla ilgili bilgiler içermekle birlikte bazı kroniklerde özellikle kraliyete mensup kadınlarla ilgili kısıtlı kayıtların varlığı göze çarpmaktadır. Kraliçeler, kralların eşleri ile kızları ve tanrıçalar hakkındaki bu kayıtlar hem kişisel bazı olaylarla hem de M.Ö. 1. binyılın tarih yazıcılığının bazı siyasi ve dini hususlarıyla ilgili gözükmektedir.Item Çin Klasiği “Müzik Kayıtları”Na Göre Antik Çin’de Müziğin Toplumsal Fonksiyonu(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-09-30) Chiang, Gonca Ünal; Türk Edebiyatı; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesiİnsanlığın varoluş tarihinden itibaren, insanın duygularına etki ederek karakterinin şekillenmesinde önemli görevler üstlenen müzik; zamanla ritüellerle birleşerek insanın en doğal ifade aracına dönüşmüştür. Toplumsal bir varlık olan insanın, dış dünyayla iletişim sağlamak amacıyla müziği kullanmaya başlamasıysa, müziği sahip olduğu bireysel amacın ötesine geçirerek toplumsallaşmasına ve böylece hem siyasi hem de sosyal yaşamın düzenlenmesi sürecinde önemli görevler üstlenmesine sebep olmuştur. Müziğin bir toplumun şekillenmesi sürecine yapacağı olumlu/olumsuz etkinin standardını; iç yapısında sahip olduğu bazı temel özellikler belirlemektedir. Buna göre; müzik ilk aşamada kendi içinde denge, uyum, ölçü, dinamizim ve düzen standartlarını sağlamalı; ikinci aşamadaysa bu standartları etkileşimde bulunduğu insan karakerine ve toplum düzenine yansıtmalıdır. Müziğin sahip olduğu bu olumlu fonksiyonun temel ölçütünü ise müziğin doğallığı oluşturmaktadır. Doğal müzik; doğanın mükemmel düzenini örnek alan ve bu düzeni toplum düzeniyle eşleştirebilen müziktir. Ancak bu noktada, müziğin ideal toplum amacının tek belirleyeni olduğunu düşünmek hata olur. Çünkü tarihsel gelişim süreçleri içerisinde toplumlar; başlangıçta yalnızca müzik ve ritüeller aracılığıyla şekillenebilen ilkel ve basit bir yapıya sahipken; zamanla değişerek hukuk kuralları ve cezalarla kontrol edilebilen kompleks yapılara sahip olmuşlardır. Bu bağlamda; müziğin insan ve toplum üzerindeki etkilerini konu alan Çin klasiği Müzik Kayıtları’nın ilgili bölümlerine bakıldığında, toplumsal düzeni sağlayan faktörlerin; müzik, ritüeller, yasalar ve cezalar sıralamasıyla verildiği görülebilmektedir. İnsan ve toplum için içselden dışsala ve soyuttan somuta doğru ilerleme gösteren gelişim sürecinde, müziğin sahip olduğu siyasal ve toplumsal fonksiyonların konu alındığı bu çalışmada; insanlık tarihinin ideal insan ideal toplum hedefi, Müzik Kayıtları klasiği çerçevesinde incelenmektedir.