Browsing by Author "Ercan, Yavuz"
Now showing 1 - 20 of 22
Results Per Page
Sort Options
Item 16. yüzyılda Balkanlarda İslamlaşma(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Toprak, Serap; Ercan, YavuzOsmanlı Devleti 14. Yüzyıl ortalarından itibaren Balkanlar'a geçmiş ve önemli miktarda nüfus naklederek sistemli bir şekilde yer-leşmeye başlamıştır. Böylece Balkanlar'ın İslamlaşması bölgeye yerle-şen Türkler ve din değiştirenler olarak iki şekilde gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti, II. Murat döneminden itibaren artan askeri ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Gayrimüslim halktan çocuk topla-yarak Devşirme Sistemi'ni uygulamaya başlamıştır. Fakat ihtiyaca göre toplanan ve sayıları ortalama on bini geçmeyen bu çocuklar bir İslamlaşma aracı olarak kullanılmamıştır. Osmanlı topraklarında yaşayan Müslüman olmayan halk Zimmi anlaşmasıyla güvence altına alınsa da, sosyal, kültürel ve e-konomik etkilerle Balkanlar'da din değiştirme olayları görülmüştür. Osmanlı Devleti, Balkanlar'da sistemli bir İslamlaşma politikası izle-mese de, din değiştirenleri sosyal ve ekonomik olarak desteklemiştir. Balkanlar'daki din değiştirme olayları Arnavutluk ve Bosna dışında kitlesel harekete dönüşmeyerek daha çok kişisel bir olgu olarak kal-mıştır. Ayrıca İslamiyet sadece halk arasında değil, soylular arasında da yayılmıştır. Özellikle Arnavutluk ve Bosna'da Osmanlı yönetimin-den önceki bazı haklarını korumak isteyen soylu aileler zamanla İs-lamlaşmıştır. Böylece İslamiyet kentsel ve kırsal alanla hızla yayılma-ya başlamıştır.Item Atatürk Devrimleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı (1924-1938)(Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2012) Yanardağ, Ayşe; Ercan, YavuzÇalışmanın kuramsal çerçevesini Atatürk'ün devrim tanımı oluşturmaktadır; ?Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan mevcut müesseseleri yıkarak yerlerine milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseseleri koymak? Türk milletini geri bırakan eski kurumlar yıkılıp yerlerine yenileri kurulurken din devlet ilişkileri Osmanlı Devleti döneminden farklı düzenlenmeye çalışılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde yeni bir anlayışla, din devlet ayrılığı yani laiklik ilkesi Türk milletini en medeni icaplara göre ilerletecek yeni kurumların temeli olmuştur. Modern devletin bir sonucu olarak, devletin kurum ve kuruluşları dinî ku-rallar çerçevesinde yönetilmeyecek, din devlet ilişkileri ayrılacaktır. Devlet kurum ve kuruluşları aklı, bilimi, toplumun ihtiyaçlarını öne alan laik anlayış çerçevesinde yö-netilecektir.Osmanlı Devleti'nde Şeyhülislamlığa bağlı vakıflar, ibadethaneler, dinî eğitim veren medreseler TBMM açıldıktan sonra alanın uzmanlarından oluşan Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti'ne bağlanmıştır. İşgal döneminde hükümet üyesi olan Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti meclisin çıkaracağı kanunları dinsel yönden incelemiştir. Bu dönemde meclisin çoğunluğu dinî esaslara dayalı bir devlet örgütlenmesi anlayışına sahiptir. Vekâlet, Kurtuluş Savaşı'nın dine uygun olduğu hakkında, imam, vaiz gibi personeli aracılığıyla halkı aydınlatmış, işgal yılları olduğu için teşkilatlanma konusunda fazla bir şey yapamamıştır. Savaş bittikten sonra saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilanı gibi devrimlerin yerleşmesine hizmet etmiştir. Vekâlet, Kurtuluş Savaşı'ndan yaklaşık bir yıl sonra 3 Mart 1924'te, İslam dininin iman ve ibadet meselelerinde çoğunluğu Müslüman olan Türk halkına hizmet vermek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı'na dönüştürülmüştür. Bakanlık düzeyinden Başbakanlığa bağlı olarak din ve dinî ku-rumlar siyasetin karar merkezinden çıkarılarak din devlet işleri ayrılmıştır. Aynı tarihli Eğitim-Öğretim Birliği Kanunu ile Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti'ne ve diğer kurumlara bağlı okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı'nda hizmet verecek imam, hatip, müftü gibi görevlilerin yetiştirilmesi Eğitim-Öğretim Birliği Kanunu'na göre, Milli Eğitim Bakanlığı'na verilmiş, din hizmetlilerinin yetiştirilmesi devletin görevleri arasına alınmıştır.Diyanet İşleri Başkanlığı İslam dininin iman ve ibadet ile ilgili meselelerinde halkın ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulduğu için laik nitelikli devrimlerin, dinî bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nı ilgilendiren kısımları, Başkanlık merkez kadroda bazı yetki konusunda belirsizlikler ve tereddütler gibi ufak tefek anlaşmaz-lıklar hariç tutulursa ciddi karşıtlıklar yaşanmamıştır. Başkanlık, taşra teşkilatında devrimlere karşı olan personel hakkında, mevcut kanun ve yönetmeliklere göre işlem yapmış, devrimlerin yerleştirilmesine katkıda bulunmuştur. Diyanet İşleri Başkanlı-ğı'nın, devrimleri de ilgilendiren dinî hizmet ve faaliyetleri, Osmanlı Devleti döne-minde verilen hizmet ve faaliyetlerle kıyaslanırsa devrimci anlayışa uygun olduğu söylenebilir. Osmanlı döneminde Arapça verilen dinî nasihat içerikli hutbe ile Arapça okunan ezanın Türkçe okunması o dönem için devrimsel niteliktedir. Vaaz, hutbe, fetva ve müftülük hizmetleri ve bu hizmetlere atanma ve görevden alma gibi mesele-ler 15 yıllık Atatürk döneminde geliştirilirken Diyanet İşleri Başkanlığı'na yeni bir kurumsal kültür kazandırılmaya çalışılmıştır.AbstractAtatürk?s definition of revolution constitutes the theoretical framework of the study; ?To demolish the old institutions which made Turkish Nation stay behind, and replace them with the new ones that will lead to the improvement of the nation ac-cording to the highest civilized requirements?. While the old institutions which made Turkish Nation stay behind were being demolished, the relations between religion and the state were tried to be arranged in a different way from those of the Ottoman Period. The separation of the religious affairs from those of the state in Turkish Re-public, in other words the principle of laicism, constituted the basis of the new insti-tutions which would make Turkish Nation improve according to the most civilized requirements. As a result of the modern state, state enterprises and institutions would not be administered according to the religious rules and the religion and state affairs will be separated from each other. State enterprises and institutions would be directed according to the secular approach that would give preference to reason, science and the needs of the society.Foundations, places of worship, medressehes giving religious education, which were dependent on Sheikh ul-islam, were taken under the control of Caliphate and The Ministry of Religious Affairs which was composed of the people who were experts in their fields after the opening of the Turkish Grand National Assembly. Caliphate and The Ministry of Religious Affairs, which was a member of the gov-ernment during the occupation, examined the laws introduced by the Grand Assem-bly form the point of view of religion. In this period, most of the people in the As-sembly had the view of a state organization that was dependent on the religious rules. The Ministry enlightened the public on the fact that the war of independence was fair to the religious rules by means of its staff such as imams and preachers, but it couldn?t do much on the subject of creating the necessary organization. After the war ended, it served the establishment of the revolutions such as the abolishment of the Sultanate and proclamation of the republic. The ministry about a year later the proc-lamation of the republic on third of March, it was transformed into the Presidency of Religious Affairs in order to serve Turkish nation, most of whose members are Mus-lims, on the matters of Islam related to worship and religious faith. The religious and state affairs were separated from each other by transforming the ministry into an in-stitution depending on Prime Ministry, and religion and religious institutions were taken out of the decision mechanism of the state. With the Law on Unification of Education of the same date, the schools that were dependent on Caliphate and The Ministry of Religious Affairs and other institutions were taken under the control of the Ministry of National Education. The duty of educating the staff to work for the Presidency of Religious Affairs such as imam, preacher and mufti was given to Min-istry of National Education with the Law on Unification of Education, and the education of the religious officials was taken among the duties of the state.As the Presidency of Religious Affairs was founded with the aim of meet the needs of the public on the subjects related to Islamic faith and worship, the parts of the secular state that are related to the Presidency of Religious Affairs which is a religious institution didn?t have any importance controversy with it except for some uncertainties and hesitations such as the ones on the central staff of the presidency. The presidency took action against its personnel working in the field service who are against the revolutions according to current laws and regulations and contributed to the establishment of the revolutions. If religious services and activities which con-cerned also the revolutions of the Presidency of Religious Affairs are compared to those of the Ottoman Era, it can be said that they were suitable to the revolutionist approach. It was of revolutionist quality for the age that the khutbah dealing mainly with religious subjects and the call to prayer which were performed in Arabic in the Ottoman era were started to be performed in Turkish. While the matters such as preachment, khutbah, fetwa and the services given by office of mufti and promotion to these posts and their removal from the office were being developed during the Atatürk?s Period of 15 years, it was tried to make Presidency of Religious Affairs gain the institutional culture.Item Hukuk devleti olgusunun Türk anayasalarındaki yeri(1921-1982)(Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2006) Baş, Salih; Ercan, Yavuz; Türkiye Cumhuriyeti TarihiState of Law principle has been based on the grounds of human rights anddeveloped. State of Law, respects to justice principle while performing its duties aswell as accepting the people have fundamental rights and freedoms. State of Lawprinciple protects those rights and freedoms against all threats. All transactions ofState of Law are supervised by judicial bodies which are impartial and independent.State of Law principle enables the restriction of political power and prevents thispower to be used in discretionary way. Human rights and justice constitute thegrounds of State of Law principle. Improvement of State of Law principle is relatedto improvement of fundamental rights and freedoms.State of Law principle developed thanks to big communal actions. In Turkeyfirstly during Ottoman Empire, State of Law principle began to come true by the billof rights announced by Sultan and it was inserted to first constitution (KanuniEsasi). With Constitution (Teşkilatı Esasiye Kanunu) which was prepared and putinto force in 1921 during Turkish Independence War; national sovereignty principleinserted to the Turkish legal and democratic system. After Turkish IndependenceWar was completed successfully and announcement of Republic new TurkishConstitution (Teşkilatı Esasiye Kanunu) was put into force in 1924 and it has been amilestone in state of law principle. To insert state of law principle to Turkish legalsystem and implement it according to the contemporary standards e new constitutionwas enacted in 1961.It had all modern mechanisms to enhance the state of lawprinciple. With new Constitution which was enacted in 1982, state has had a higherand more efficient position against individuals. It has also important rules in termsof state of law principles. Examining the Turkish constitutions, we find out that stateof law principle has developed gradually. It is necessary to achieve and enhance theawareness on implementing legislation effectively in practice. This process willprovide us to reach contemporary standards of state of law principle.Item II. Dünya Harbi'nde (1939-1945) the New York Times'a göre Amerikan kamuoyunun Türkiye'ye bakışı(Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2007) Özcan, Bekir Cihan; Ercan, Yavuz; Türkiye Cumhuriyeti TarihiThis research was carried out with a view to;1- Firstly analyzing the viewpoint of the US public opinion towards Turkeyand the Turkish people during World War II as reflected in the daily newspaper TheNew York Times, which is a prominent press organ that considerably represents theUS public opinion,2- Providing concrete evidence to the reflections of this viewpoint to the Tur-key-US relations in the post-war era as well as to the rationales of the policies im-plemented at that period,3- Pointing out that the policies implemented in the post-war period will anddoes have reflections in the present-day era.Prior to the Introduction, the definition of the study?s subject as well as theimportance of the issue is tried to be presented, and the methodology used during thestudy is explained. Afterwards, the elements founding and shaping the public opinionas well as the influence of the public opinion is put forward and information regard-ing the US public opinion and its analysis is provided.The Introduction comprises analysis regarding the grounds and course ofWorld War II, important meetings realized during the war and Turkey?s foreign pol-icy during this period.The first chapter analyzes the viewpoint of the US public opinion towardsTurkey and the Turkish people according to The New York Times newspaper ?In thePeriod of German Superiority in Europe (between September 1, 1939 and June 22,1941)?.The second chapter analyzes the viewpoint of the US public opinion towardsTurkey and the Turkish people according to The New York Times newspaper ?In thePeriod of Balance (between June 22, 1939 and February 28, 1943)?.The third chapter analyzes the viewpoint of the US public opinion towardsTurkey and the Turkish people according to The New York Times newspaper ?In thePeriod of Allied Superiority (from March 1, 1943 until the end of the war)?.The Conclusion chapter contains evaluations regarding the treaties endingWorld War II and the developments shaping our world in the post-War era.In preparation for this study; primarily The New York Times newspaper,books, articles and encyclopedias concerning the subject were analyzed; master anddoctorate thesis studying different dimensions of the issue were studied; and themethodology of similar studies carried out on different subjects were also observed.Item II. Dünya harbinde (1939-1945) the New York Times'a göre Amerikan kamuoyunun Türkiye'ye bakışı(Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2007) Özcan, Bekir Cihan; Ercan, YavuzBu arastırma; 1- Öncelikle ABD Kamuoyunun Đkinci Dünya Savası sırasında Türk Halkına ve Devletine bakısını, kendi kamuoyunu büyük ölçüde temsil eden ve önemli basın organlarından biri olan The New York Times gazetesinden incelemek, 2- Bu bakıs açısının savas sonrası ABD-Türkiye ikili iliskilerine yansımalarına ve o günkü uygulanan politikaların nedenlerine somut bir kanıt sağlamak, 3- Savas sonrası uygulanan politikaların günümüze yansımalarının olacağını ve hâla olduğunu göstermeye çalısmak, amacıyla yapılmıstır. Giris Bölümü'nden önce arastırma konusunun tanımının yapılması ve önemi anlatılmaya çalısılmıs ve aynı zamanda arastırma sırasında kullanılan yöntem açıklanmıstır. Daha sonra ayrı bir bölüm olarak kamuoyunu olusturan, biçimlendiren unsurlar ve kamuoyunun etkisi anlatılıp Amerika Birlesik Devletleri'nin kamuoyu ve arastırılması hakkında bilgi verilmistir. Giris Bölümü'nde İkinci Dünya Savası'nın nedenleri ve sürecinin analizi, savas sırasında yapılan önemli toplantılar ve İkinci Dünya Savası içinde Türkiye'nin izlediği dıs politika üzerinde incelemeler yapılmıstır. Birinci Bölüm'de Avrupa'da Alman üstünlüğü döneminde (01 Eylül 1939 ile 22 Haziran 1941 tarihleri arası), The New York Times gazetesine göre Amerikan Kamuoyunun Türk Halkı ve Devletine bakısı incelenmistir. İkinci Bölüm'de, yani savas sırasında taraflar arasında dengenin sağlandığı dönemde (22 Haziran 1941 ile 28 Subat 1943 tarihleri arası), The New York Times gazetesine göre Amerikan Kamuoyunun Türk Halkı ve Devletine bakısı incelenmistir. Üçüncü Bölüm'de Müttefiklerin üstünlük sağladığı dönem, yani 01 Mart 1943'ten savasın sona ermesine kadar geçen sürede The New York Times gazetesine göre Amerikan Kamuoyunun Türk Halkı ve Devletine bakısı incelenmistir. Sonuç Bölümü'nde ise İkinci Dünya Savası'nı sona erdiren antlasmalar ve savas sonrasında dünyamızı sekillendiren gelismeler üzerinde değerlendirmeler yapılmıstır. Bu çalısma hazırlanırken seçilen konuyla ilgili olarak öncelikle The New York Times gazetesi, kitaplar, makaleler, ansiklopediler taranmıs, konuyu farklı boyutlarıyla ele alan doktora ve yüksek lisans tezleri incelenmis, daha önce farklı konularda yapılmıs benzer çalısmaların yöntemleri arastırılmıstır.Item IRAK TÜRKMENLERİNE YAPILAN KATLİAMLAR VE BUNUN TÜRK KAMUOYUNA YANSIMALARI (1924-1959)(TÜRK İNKILAP TARİHİ ENSTİTÜSÜ, 2005) Yılmaz, Selçuk; Ercan, YavuzTarihi geçmişleri Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na kadar uzanmakta olan Iraklı Türkmenler, yaşadıkları bölgelerde Musul Meselesi'nin ortaya çıkmasına kadar huzur içinde yaşamışlar, ancak İngilizlerin, Musul'un Irak'a dahil edilmesi yönündeki yoğun çabalarının başlamasından itibaren, huzursuz bir yaşam sürdürmüşlerdir. Ülkelerine ve tarihlerine sıkı sıkıya bağlı olan Türkmenler, Musul bölgesinin Türkiye'den ayrılmasına tahammül edememiş ve İngilizlere karşı çeşitli mücadelelere girişmişlerdir. Bu mücadelelerin daha başlangıcında, İngilizler karşılık vermekte gecikmemişler ve Türkmenler 1924 yılında İngilizler tarafından yapılan bir katliama maruz kalmışlardır. Irak'ta okuma-yazma oranı en yüksek topluluk olan Türkmenler, Musul'un Irak'a dahil edilmesinden sonra Irak yönetimiyle hiç anlaşamamış ve çözümü kendi içine çekilmekte bulmuşlardır. Bu kabuğa çekilme politikası, Türkmenleri bir müddet rahatlatmış olsa da, 1946 yılında kendilerine yönelik planlanan katliamdan habersiz bırakmıştır. Türkmenlere yönelik yapılan en büyük ve uluslararası boyutlu olan katliam, 1959 Kerkük Katliamı'dır. Kerkük Katliamı, dönemin küresel güçlerinin hegemonyası altıdaki komünistlerin ve Kürtlerin ülke kurma sevdasının diyetini Türkmenlerin ödemesi şeklinde özetlenebilir. Irak'ta yaşayan Türkmenler, çeşitli grupların farklı amaçlarının odak noktasında, üzerinde oyunlar oynanabilecek bir topluluktan öteye geçememiştir. Türkmenler kendilerine yönelik yapılan katliamda, ağır şiddete maruz kalmışlar ve manevi olarak yıkılmışlardır. Katliamların sonunda Türkmenlerden bir çok kişi ölmüş ve yaralanmıştır. Türkmenler, kendilerine yönelik yapılan bu katliamları hiç unutmamışlar ve yaşananları her sene anmış ve bu olayların bir kez daha yaşanmaması için geleceğe dair bilinçli ve kararlı olmaları gerektiği konusunda hem fikir olmuşlardır.Item KURTULUŞ SAVAŞI DÖNEMİNDE DENİZCİLİK FAALİYETLERİ(TÜRK İNKILAP TARİHİ ENSTİTÜSÜ, 2007) Sayar", Serdar Hüseyin; Ercan, YavuzBu çalışmada 1919-1923 yılları arasında süren Türk Kurtuluş Savaşı'nda deniz harekâtı ve Türk denizcilerinin gerçekleştirdiği faaliyetler incelenmistir. Mondros Ateskesi'nden başlayıp Lozan Antlaşması'na kadar devam eden süreç denizcilik faaliyetleri açısından kronolojik sıraya uygun olarak verilmiş ve deniz harekâtı kara harekâtı ile eş zamanlı olarak açıklanmıştır. Araştırmanın sonunda Anadolu Donanması'nın kara harekâtına lojistik olarak önemli bir destek sağladığı ve Türk Kurtuluş Savaşı'nın zafere ulaşmasında pay sahibi olduğu görüşüne varılmıştır.Item Kıbrıs Başpsikoposluğu; 1571-1821(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Şahin, İsmail; Ercan, Yavuz; TarihIn Cyprus, the division of Orthodox-Catholic in the Christian world has, dramatically affected religious and political consequences. The history of the island was changed by the settlement of the crusaders during the Third Crusade Movement. The Catholic Sect entered Cyprus through the crusaders. In between 1192 and 1489 the abiding rule of the Lusignan in Cyprus, enforced a great pressure both politically and religiously on the Orthodox population and the Cyprian Orthodox Archbishop was abolished. The enforcement of this pressure was also embodied to the Cyprus population during the Venetian period. The strategic invasion to Cyprus in the East Mediterranean was highly important for the Ottoman Empire. The consequence of the Ottomans sovereignty over Cyprus in 1571 to this date, in Cyprus the existence of clashes between the Catholics and the Orthodox has won in favor to the Orthodox. This conquest brought out together the vivification of the Archbishop of Cyprus. The Ottoman Government not only vivified the Archbishop of Cyprus but also provided him with big rights and privileges that gave him power on the island, which paved out the way. In the year 1754, the Ottoman Government recognized the Archbishop of Cyprus as the leader of the Rayahs. With time the political authority followed by important economic authority like tax collection, made the Archbishop of Cyprus one the most authorized administrator on the island. The church authorities having obtained these powers started to misuse their positions for their own purposes, exhibiting bad authority both to their sector as well as the Ottoman authority. 150The negative attitude of the Archbishop of Cyprus and the bishops, with time made them loose the trust and esteem of their own people. In the year 1821 an explosion, which occurred in Mora because of the Greece Uprising, also affected Cyprus. At fist the Clergy Class of Cyprus, having collected substantial aid from the populace, both spiritually and materially supported the uprising in Mora. With these developments, in the year 1821 the leading Greek Cypriot religious priests were executed after it was discovered that clergy elite had a participation in initiation of the uprising. These existing executions paved out the way to esteem for the Archbishop of Cyprus by his own community.Item Kızılay (Hila l-i Ahmer) Cemiyeti, 1914 - 1925(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1989) Çapa, Mesut; Ercan, Yavuz; TarihItem Musul meselesinde petrol faktörü(Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2007) Umut, Erol; Ercan, Yavuz; OtherMosul, had been occupied by England in 1918 according to the rules of theMondros Cease-fire Treaty. After that, the fate of Mosul was discussed at Lausanne.The Lausanne Conference of 1922-23 was organised by the major European powers.Mosul issue was presented at historical, racial, political, economic and strategicreasons as to why Mosul should either be included in Turkey or in the Iraqi Kingdomby Turkish delegate and English delegate. No agreement was being reached atConference. By time they came up on an agreement on June 5th, 1926 with thesigning of the Anglo-Turkish-Iraqi Treaty in Angora. Article 14 of this treaty wasintended to mollify the Turks. It states that the ?Iraq Government shall pay to theTurkish Government for a period of twenty-five years from the coming into force ofpresent Treaty ten per cent on all royalties which it shall receive from the TurkishPetroleum Company?.Oil has taken the key role on the state of the Mosul. And we have seen that oilpursuits in Mesopotamia were concentrated in Mosul just after the Treaty. In thisthesis we have studied on the how the oil effects the Mosul Question during thenegotiations and payments coming from the royalty for a period of twenty-five years.Item Musul meselesinde petrol faktörü(Ankara : Ankara Üniversitesi : Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2007) Umut, Erol; Ercan, Yavuz; Türk İnkılap Tarihi EnstitüsüMusul, Birinci Dünya Savaşı sonunda Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmış olmasına rağmen haksız yere İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Bu haksız işgal Türk heyet tarafından Lozan’da ortaya konmuş ama Müttefik Devletler ağız birliği etmişçesine, İngiltere’nin haksız işgalini görmezden gelmiş ve önceden belirledikleri kurallar dışına çıkmamışlardır. Lozan görüşmelerinde, Musul Sorunu ile ilgili olarak aslında iki taraf vardır; Türkiye ve İngiltere. İngilizler Lozan Barış Anlaşması’nda Musul Sorunu’nu sınır saptama ve halkların özgürlükleri sorunu olarak, Türk tarafı ise “bir vatan toprağının ülkemizden koparılmak istenmesi” ile ilgili bir konu olarak göstermiştir. Taraflar Musul ile ilgili savlarını konuyu: ırki, coğrafi, siyasi, askeri ve benzeri ölçütleri ele alarak savunmuşlardır. Sonuçta İngiltere ve yandaşları, Türkiye’nin Musul Vilayeti üzerindeki haklarını görmezden gelerek bu bölgeyi Ankara Antlaşması ile Türkiye’den koparmış ve Irak’a verilecek petrol gelirlerinden yirmi beş yıl süreyle Türkiye’ye % 10 pay vererek meseleyi çözmüşlerdir. Sorunun aleyhimize çözülmesinde birçok batılı ülkelerin farklı menfaatleri rol oynamıştır. Bu menfaatlerin en önemlilerinden birisi de bölgenin petrol yataklarına sahip olması ve bu petrol yatakları üzerinde söz sahibi olma isteğidir. Tez çalışmasında bu konular irdelenirken, üzerinde durulan nokta; petrol’ün sorunun ele alınması sürecindeki etkisini ortaya koymaktır. Zaten Türkiye’nin Musul Vilayeti’ni, Türkiye’den koparır koparmaz; batılı devletlerin bölgedeki petrol imtiyazlarını kendi aralarında yeniden düzenlemeleri ve bölgede petrol arama ve işletme çalışmalarına ağırlık vermeleri de bunu kanıtlamaktadır. Yaşanan süreç içerisinde petrole dayalı bir paylaşımın ön plana çıktığı ve Musul bölgesinde petrol endüstrisine girme çabalarının yoğunlaştığı ve bu durum çerçevesinde bölge halkının bilinen vaatlerle kullanıldıklarını, Türkiye’nin hakkı olan bir bölgeden, hukuksal gerekçeler olmadan çıkarıldığını ve yoksun bırakıldığını görmekteyiz. Lozan’da görüşmeler öncesinde, görüşme sürecinde ve antlaşmanın yapılmasını izleyen zamanda ve hatta günümüzde; petrol bölgelerinin paylaşımının yapılmasındaki rekabete, petrol arama ve üretimine yönelik çalışmalardaki acımasızlığa ve konunun sömürgeci anlayış içerisinde nasıl çözüldüğüne herkes tanık olmaktadır. Mosul, had been occupied by England in 1918 according to the rules of the Mondros Cease-fire Treaty. After that, the fate of Mosul was discussed at Lausanne. The Lausanne Conference of 1922-23 was organised by the major European powers. Mosul issue was presented at historical, racial, political, economic and strategic reasons as to why Mosul should either be included in Turkey or in the Iraqi Kingdom by Turkish delegate and English delegate. No agreement was being reached at Conference. By time they came up on an agreement on June 5th, 1926 with the signing of the Anglo-Turkish-Iraqi Treaty in Angora. Article 14 of this treaty was intended to mollify the Turks. It states that the “Iraq Government shall pay to the Turkish Government for a period of twenty-five years from the coming into force of present Treaty ten per cent on all royalties which it shall receive from the Turkish Petroleum Company”. Oil has taken the key role on the state of the Mosul. And we have seen that oil pursuits in Mesopotamia were concentrated in Mosul just after the Treaty. In this thesis we have studied on the how the oil effects the Mosul Question during the negotiations and payments coming from the royalty for a period of twenty-five years.Item Osmanlı - İngiliz ilişkilerinde Balkanlar'ın yeri: Bosna - Hersek ve Bulgaristan'daki ayaklanmalar, 1875 - 1876(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002) Aydın, Mithat; Ercan, Yavuz; TarihThe Ottoman Turks, who settle in the Balkans in the mid 14th century, latter established a great Empire in century and made close relations with European Countries. The relations with Britain were only developed throught the end of 16th century. Only commercial relationns were started between Ottoman-Britain at the beginning, but politcal relations were only established in the second half of 18th century. The relations were formed basically at the time of Britain's invasion to India and set the Britain's political basics to the East for nearly one and half century. Britain were faithfull to Ottaman's in dependance and land unity in order to protect their benefits in the Near East, Medditerranean and India, on the other hand, Ottoman had also help from Britain when they need any help against any enemies who were threathening to the Ottoman's unity. This type of political manner between Ottoman and Britain were continiued until the end of 19 century with a few exceptions. The Ottoman-Britain relations were changed during this three years when the Balkan Crisis occured in 1875-1876. Britain used their traditional politics in order to keep away any dangers or enemies againts any Britain's interest. The Britain's Prime Minister Benjamin Disraeli, showed this type of political style by refusing the Berlin Memorandum which were prepared by "The League of Three Empires". The "East Questions" showed any phase after the Bulgarian Revolt occured in May 1876. After the surpass of this Revolt, especially the liberals used this Bulgarian Problems for provocation and caused to in increase the "Turkish Opposition" which were occured especially after the Paris Treaty as well as the change of British Foreign Policy. When the liberal leader Gladstone were on duty, British politics were formed as dividing end destructive against Ottoman Empire.Item Şer`iyye sicillerine göre XIX. yüzyılın sonlarında (1875-1900) Karahisar-ı Sahib Sancağı(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002) Şahin, Naci; Ercan, Yavuz; TarihAt the end of the XIX. th. century(l 875-1900) the Karahisâr-ı Sâhib sanjak- according to the canonical law records. This study is about a city is history. In this study, we especially took care the documents of the prime ministryis ottoman empire archives, canonial records, annuals, books of travel and the other useful sources. The population and the family structure had been studied very carefully and widelyin the sancak. The family, house, furnitures, constitution and seperation of a family and the number of the wifes and children were some main subjects which we have studied to find knowledge about. At that time the population was about 25.000-30.000. The sanjak had been depended to the different provinces at different times. The economic life in the city was very lively. The trade had lost its importance in XTX. th century but it had gain its importance after the railway again. The district, town and village names had been confirmed. The most important administration unit was district. A little non-muslim population had lived together with the muslim population. All the cities in anatolia has a special and original forms, structures, manners and features which comes from the depth of the history. The snuft, poppy, potassium nitrate(which is used in making powder) were, important products in the citys economic life. Also the agricultural products had great importance in the citys trade and economy. The were always migrations to the sanjak. This area had been an Turkish land after the continuous migration of Turks. The society had come across voith great difficulties because of the invasion of locuts, scarcity, earthquake, torrents, plague invasion and cholera. Wheat, poppy, fruits, rush mat, leather, candle, oil, animal and animal products were the important products of the sanjak. The houses were simple. There were many merchants in the sanjak. The soldiers were taking air-changing vacation very often. There were people who collect different cids continuously. The sanjak was known as an exile place and the foreigners had wanted to return to their countries as soon as possible. The patent of special pirivilege on the valuable mines belonged to the passengers. Also theItem Seyyid Mehmed Emin Vahîd Efendi'nin Fransa Sefaretnamesi(1991) Ercan, YavuzItem Tarihsel süreci içinde bir özel yargı organı olarak Divan-ı Harb-i Örfiler (1877-1922)(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996) Köksal, Osman; Ercan, YavuzItem Türk Kara Kuvvetleri'nde Süvari birlikleri (1920-1965)(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006) Bal, Rıdvan; Ercan, Yavuz; Türkiye Cumhuriyeti TarihiC. 209 is accepted as the establishment of the Turkish Land Forces. Recorded in historyto be one of first nations to domesticate the horse, Turks, having used it in every aspect ofdaily life and the battle fields since then, began to exploit it also in the organization of regulararmies. This new development formed the basis of the CAVALRY branch, and until WorldWar II, when technological innovations in weapons and equipment forced the horce to leavethe battleground, cavalries had been seen as the most critical power of the commanders.Turkish Land Forces has included the cavalry in any kind of formations so far. The cavalryformed in mounted units of tens and hundreds, had maintained a similar structure until thefounding years of the Ottoman Empire. Cavalries, seen as Turkmen (Turcoman) mountedtribal units in the Land Forces of the Ottoman Empire, had various missions under the namessuch as ?Kapikulu (Sultan?s Guards) Cavalries, Timarli Spahis (Fief-holding Spahis),Akincilar (Raiders), and Deliler (Irregulars),? and after the age of Asakir-i Mansure-iMuhammediye? (Victorious Soldiers of Mohamad) they followed a similar structure to that ofthe cavalry units of European armies.Cavalry units fighting in various fronts during the Ottoman-Italian War, Balkan Wars, andWorld War I were to be abolished required by the Mudros Armistice, October 30, 1918; andby May 1919 there were four cavalry regiments left in the Turkish Land Forces.The Era of the National Struggle (1920-1923) was the period of the last wars cavalry unitswere involved in the Turkish war history. ?Kuva-yı Milliye? (The Natioanal Forces) cavalries,formed by the people upon the invasion of their lands, were organized as ?5th Cavalry Corps?after the Sakarya Battle. During the Great Attack infiltrating Sincan plains they made Greekforces suffer severe casualties, and upon the decree of forward movement to Izmir on August31, started the strategic pursue operation recorded in the warfare history of the world.Cavalries, ensuring the liberation of Izmir on September 9, participated in the operations inWestern Anatolia and played the most important role in the summation of the victory until thesigning of Mudanya Armistice.After the proclamation of the Republic, decline in the need of combat mission led thecavalries to sportive riding. Cavalries assingned to Cavalry Competition Group andiiiPresidential Guard Regiment, have changed to tank branch as a result of the abolishingprocess since 1960. Abolishing of the cavalry regiments was completed in 1965, and theactivities in Ayazaga were stopped in 1978. Equestrian Training Center Command, the lastrepresantative of the cavalry units in the Land Forces, is still carrying out its mission withinthe Turkish Military Academy.ivItem Türk Kara Kuvvetlerinde süvari birlikleri (1920-1965)(Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2006) Bal, Rıdvan; Ercan, YavuzM.Ö. 209 tarihi, Türk Kara Kuvvetleri'nin kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir. Atı ilk evcilleştiren millet olarak tarihe geçen Türkler, günlük hayatın her devresinde ve savaş alanlarında kullandıkları atı bu tarihten itibaren düzenli ordu teşkilatı içinde kullanmaya başlamışlardır. Bu yeni oluşum SÜVARİ sınıfının temelini oluşturmuş, harp silah ve araçlarındaki teknolojik yenileşmenin atı muharebe alanlarından ayrılmaya zorladığı İkinci Dünya Savaşı'na kadar, süvariler komutanların en kritik gücü olarak görülmüştür. Türk Kara Kuvvetleri günümüze kadar her türlü teşkilatlanmasında süvari birliklerine yer vermiştir. Hun İmparatoru Mete zamanında onlu ve yüzlü atlı birlikler halinde teşkilatlanan süvariler, Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarına kadar benzer yapılanmayı uygulamıştır. Osmanlı Devleti Kara Kuvvetleri bünyesinde Türkmen atlı aşiretleri olarak görülmeye başlanan süvariler, 'Kapıkulu Süvarileri, Tımarlı Sipahiler, Akıncılar, Deliler' gibi değişik adlarla görev yapmışlar, 'Asakir-i Mansure-i Muhammediye' döneminden itibaren Avrupa ordularının süvari birliklerine benzer yapılanma içerisine girmişlerdir. Osmanlı – İtalyan, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları boyunca değişik cephelerde görev yapan süvari birlikleri, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi maddeleri gereği lağvedilmeye başlanmış ve Mayıs 1919'da Türk Kara Kuvvetlerinde dört süvari alayı kalmıştır. Milli Mücadele Dönemi ( 1920 – 1923 ), süvari birliklerinin Türk harp tarihi içinde yer aldıkları son savaşların dönemi olmuştur. Topraklarının işgali üzerine mücadeleye başlayan halkın oluşturduğu 'Kuva-yı Milliye' süvarileri, Sakarya Savaşı'ndan sonra '5'inci Süvari Kolordusu' olarak teşkilatlanmıştır. Büyük Taarruz'da Sincanlı Ovası'na sızarak Yunan kuvvetlerine ciddi kayıplar verdirilmiş, 31 Ağustos'ta İzmir'e ilerleme emri verilmesi üzerine dünya harp tarihinde yer almış olan stratejik takip harekatı başlamıştır. 9 Eylül günü İzmir'in kurtuluşunu sağlayan süvariler Mudanya Mütarekesi'nin imzalanmasına kadar Batı Anadolu'da harekata katılmış ve zaferin tamamlanmasında en önemli rolü oynamışlardır. Cumhuriyet'in ilanından sonra muharip vazifesinin azalması süvarileri sportif biniciliğe yöneltmiştir. İstanbul / Ayazağa'daki Süvari Yarışmalar Grubu ve Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nda görev alan süvariler, 1960 yılından itibaren başlatılan lağv hareketleri ile sınıf değiştirerek tank sınıfına geçmişlerdir. 1965'te süvari alaylarının lağvı tamamlanmış, İstanbul / Ayazağa'daki faaliyetler 1978'de sona erdirilmiştir. Kara Kuvvetlerinde süvari birliklerinin son temsilcisi olarak kalan K.K.Atlı Spor Eğt. Mrk. K. lığı halen Kara Harp Okulu bünyesinde görevine devam etmektedir.Item Türkiye Cumhuriyeti Trakya kara sınırları(Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2007) İnal, Necmi; Ercan, YavuzTürkiye Cumhuriyeti Trakya Kara Sınırları isimli tezimizi Yunanistanla olan sınırlar ve Bulgaristanla olan sınırlar seklinde iki ana bölümde anlattık. Fakat bu ana bölümlere geçmeden önce; sınırlar hakkında genel bilgiler, Trakya sınırının cografi özellikleri ve Trakya' nın Osmanlı hakimiyetinden önceki tarihi hakkındaki bilgileri Giris bölümünde verdik. Türkiye Bulgaristan Sınırı Bölümünde önce altyapı saglamak için Osmanlı Yönetimi Öncesinde Bulgaristan' dan bahsettik. Daha sonra sırasıyla; Bulgaristan' da Osmanlı Yönetiminin Kurulması, Trakya' nın Osmanlı Devleti için Önemi, Osmanlı Yönetiminde Bulgaristan, Bulgarların Milli Bilincini Kazanmaları, İsyanlar ve Bagımsızlık, Balkan Savasları ve I. Dünya Savası konularını anlattık. Türkiye Yunanistan Sınırı bölümünde yine altyapı saglamak için Osmanlı Yönetimi Öncesinde Yunanistan ve Yunanlıların Osmanlı Egemenligine Girmesini anlattık. Daha sonra sırasıyla; Yunanistan' ın Bagımsızlıgını Kazanması, 1877-1878 Osmanlı Rus Savası, 1897 Osmanlı Yunan Savası ve Sonuçları, Balkan Savasları, I. Dünya Savası, Kurtulus Savası, Mudanya Konferansı ve Lozan Andlasması ve Bugünkü Durumdan bahsettik.Item Türkiye-Avrupa Birliği siyasi ilişkilerinin tarihsel gelişimi (1951-2005 )(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006) Kılıç, Murat; Taşkıran, Cemalettin; Başeren, Sertaş; Ercan, Yavuz; TarihItem Uluslararası yönetsel değerlerin, Türk kamu yönetimine etkisi (1923-2003)(Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2007) Yılmaz, Ersin; Ercan, YavuzUluslararası Yönetsel Sistemler ve Değerler; hızla gelişen iletişim ve ulaşım araçları sayesinde, dünyadaki tüm ulusları, yalnız ekonomik ve teknolojik alanlarda değil, aynı zamanda, siyasal, kültürel ve hukuksal açıdan da birbirine yakınlaştırmakta ve dolayısıyla ‘kültürel dönüşümlere’ neden olmaktadır. Ulusal Devletlerde bu dönüşümler; çelişkiler, eşitsizlikler, bölünmeler ve sosyo-ekonomik sorunlar yaratmaktadır. Farklılıkların artması, siyasal yapının yetersizliğiyle, alt kimlik arayışlarını körüklemektedir. Bu nedenlerle Uluslararası Yönetsel Sistemler ve Değerlerin doğrudan ve dolaylı etkileri, Türk Kamu Yönetimini büyük değişikliklere neden olacak tarzda, etkilemiştir ve etkilemeye devam etmektedir. Yönetsel Sistemlerden, özellikle, küreselleşmenin yayılması ile beraber, tepki niteliğinde, etnik milliyetçilik ve ayrılıkçı hareketler ile bölgecilik yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu gelişmeler, örgütlenme ve kendini ifade etme fırsatı bulmuştur. Küresel ve bölgesel baskılar dışardan, etnik ve yerel baskılar ise içerden Ulus-Devletleri tehdit etmektedirler. Bilgi toplumu, bu gelişmelerle, bir bakıma, Ulus-Devletlerin yeniden yapılanma ihtiyaçlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bütün bu gelişmelerin yanı sıra, karşılıklı bağımlılığın ve etkileşimin artmasıyla, dünya yeniden yapılanmaya başlamıştır. Bilgi teknolojilerine ve uluslar arası sermayeye dayanarak, önce, bölgesel kuruluşlar oluşturma, sonra ise, bütün dünyada bütünleşme gerçekleşeceği beklentisi ve varsayımı ile her Ulus-Devletin kendi bünyesine uygun, ancak, “hükümranlık haklarını” koruyacak tedbirleri, en kısa zamanda hayata geçirmesi gerekmektedir.